Son Dakika Haberler

AKP İSLAM DEVLETİ OLDU

AKP İSLAM DEVLETİ OLDU
Okunma : Yorum Yap

cengiz-candar-sariyertimesTUNCA ÖĞRETEN / TARAF – Gazeteci Cengiz Çandar’a göre, dünyadaki, siyasetçi ve akademisyenler, AK Parti ile Erdoğan’ı, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in Türkiye şubesi olarak görüyor. Çandar, AK Parti’nin hükümet olmaktan çıkıp İslam Devleti’ne dönüştüğünü söylüyor ve ekliyor: “O yüzden yanıbaşında özerk Kürt yapılanması istemiyor.”

IŞİD’in Ortadoğu’daki ilerleyişi sadece Türkiye’de değil, dünyada da bir numaralı gündem maddesi. Herkes, bu selefi cihatçı örgütün Kobani kuşatmasına ilişkin haberlere kilitlenmişken, biz de Ortadoğu ve Kürtler konusunda uzman gazetecilerden biri olan Cengiz Çandar ile konuştuk.

Davutoğlu, “Kobani’nin düşmesini istemeyiz” dedi… Peki, Kobani düşerse ne olur?

Kopmak üzere olan “Çözüm Süreci” büyük yara alır tabii ki. İktidarın, halkın gözündeki en açmaz tavır ve tutumlarından biri de bu zaten: “Allah birdir” dese, düşüneceksin “Bunun arkasındaki hesap nedir acaba” diye. Genellikle hükümetin bir söylediği, bir söylediğini tutmuyor. Davutoğlu’nun o sözlerinden sonra Salih Müslim Türkiye’ye geldi. Adamın önüne öyle şartlar kondu ki; kabul etmesi mümkün değil: “Kantonları dağıt, Esed’e yüz çevir, ÖSO’ya katıl…” ÖSO kim: ÖSO’nun kim olduğu belli değil ki. Şu anda dağılmış durumda zaten.

Sizce bu bir oyalama mı yani?

Türkiye, PYD’yi PKK olarak görüyor. PKK ile IŞİD, hükümet nezdinde aynı şey. Peki, Kobani kimin elinde: PKK’nin. Dolayısıyla “Kobani’nin, IŞİD’in eline geçmesini istemeyiz” dedikten sonra, IŞİD’e karşı harekete geçmen gerekirken sen ne yapıyorsun, “Orada PKK var” diyorsun. Yani buradan okunacak şey; Kobani’nin PKK’nin elinde olmasını istemedikleri. “Esed’le birlikte hareket etme” demek, ayrı bir komedi zaten. Üç tarafı IŞİD’le kuşatılmış Kürtlerin yanı başında duruyor ve diyorsun ki “Esed’le bağını kopar.”Böyle saçmalık olabilir mi? Bu hükümet, Esed’le daha önce hiç olmadığı kadar yakın ilişki kurdu. Bunu başlatan da Davutoğlu’ydu. “İki yıl içerisinde Esed’le 65 kez görüştük” diye övünen hükümet, eşlerinden, çocuklarından daha fazla Beşar’ın yüzünü gördü. 13 Mart 2004’teki, Suriye tarihinin -Kürt İntifadası denen- en kanlı Kürt isyanının başını çeken PYD’ydi. Suriyeli Kürtler o dönem ayaklanırken, Erdoğan ve Davutoğlu da “hababam” Suriye’ye gidip, geliyordu. “Dinime dahleden, bari Müslüman olsa” diye bir söz vardır. PYD’ye “Esed ile ilişkini kes” diyebilecek son kişi Davutoğlu ve AK Parti iktidarıdır.

PYD’nin biat etmesini mi istiyorlar?

Elbette. “Kobani halkı için kamplar kurduk, hastanelerde YPG’lileri tedavi ediyoruz. ‘Allah razı olsun’ diyeceğiniz yerde, bir de taş atıyorsunuz” diyor, Aysel Tuğluk’u kastederek. Hükümet resmen PYD’ye, “Sus şimdi, ben ne diyorsam onu yap” diyor. Kantonu dağıtmayı dayatıyorlar. Yahu, IŞİD zaten kantonu dağıtmak için uğraşıyor haftalardır. Durumun özeti aslında şu: Koyun can derdinde, kasap et derdinde. Davutoğlu, geçen gün Christiane Amanpour ile görüştü. “Kürtler bizim kardeşimizdir, Kobani’nin düşmesini istemeyiz” diye konuştu. Sonra şöyle devam etti: “Ama… Ama sadece IŞİD’le mücadele etmek olmaz. Esed’i de devirmek lazım.” Bu kadar acı yaşanırken, PYD’ye ve ABD’ye bu kadar şart dayatmak, “Ben Kobani’nin düşmesini istiyorum, artık anlasanıza” demenin, diplomatik yoludur…

AK Parti hükümeti Kobani’nin düşmesini neden bu kadar istiyor?

AK Parti, geldiğimiz noktada hükümet olmaktan çıkmış, Türk İslam Devleti’ne dönüşmüştür. Bu yüzden ulus – devlet sınırlarının yanı başında özerk bir Kürt yapılanmasını görmeye tahammül edemiyor. Geçmişte Erbil’e de tahammülleri yoktu. Şimdi ise Erbil yönetiminin sahip olduğu petrol ve yer altı kaynakları, AK Parti iktidarının 2020’li yıllara dair iddia ve ihtiraslarının ihtiyacını karşılayacak gözüyle bakılıyor. Bu yüzden iyi anlaşıyorlar. Suriye’deki Kürtlerle ise yaklaşık 910 kilometrelik bir sınır var. Ve Türkiye’deki Kürtler, Barzani yönetiminden ziyade, Suriye’dekilerle daha yakın. İki ülkedeki Kürtleri sınırlar değil, sadece bir tren yolu ayırıyor.

ABD, tezkerenin geçmesinden neden bu kadar memnun oldu?

Türkiye, “Bekâra karı boşamak kolay. Benim 49 rehinem var, bana hiç dokunmayın” diyordu. Rehineler bırakılır bırakılmaz ABD, Türkiye’ye artık mazereti kalmadığını ve Ankara’dan işbirliği beklediğini ima etti. Chuck Hagel, Joe Biden ve John Kerry, Erdoğan’la uzun uzun görüştü. Hatta Obama da ayaküstü bir şeyler söyledi. Buradan Cumhurbaşkanı’nın, yoğun bir baskı altında kaldığını anlamak zor değil. Belli ki Türkiye’den aktif bir destek bekliyorlardı. Obama da, daha önce söylediklerinin aksine IŞİD’e karşı bir savaşa girişti. Bu elbette Irak ve Afganistan’da olduğu gibi, binlerce ABD askerinin Suriye’ye gireceği anlamına gelmiyordu. Bu sırada ABD, “IŞİD bir Sünni fenomenidir. Bu pisliği Sünni ülkeler temizleyecek” dedi. Yani İran gibi Şii ülkeler, IŞİD’e karşı bir harekâta soyunursa; hâlihazırda ortada olan mezhep çatışmasının, çok ciddi bir savaşa dönüşeceğini düşünüyordu. Dolayısıyla Sünni vücuttan çıkan bu kanserli hücreyi, Sünni doktorlara tedavi ettirmek niyetindeler. Bunların arasında da hem Sünni, hem de NATO üyesi olan tek ülke Türkiye. Doğal olarak tezkere kabul edilince de memnuniyetlerini gizleyemediler.

Tezkereye rağmen Türkiye tampon bölge dayatmasına devam ediyor ama…

2011’de, yani Suriye’de işler bu noktaya gelmeden önce de, Türkiye’nin dilinde böyle bir kavram vardı. Hem Esed’e karşı önlem, hem de uluslararası desteği almak için “tampon bölge” kavramı kullanılıyordu. Bir de en önemlisi muhtemel mülteci akını vardı akıllarda. Şu an 2011’de değiliz. Türkiye’deki mülteci sayısı iki milyona ulaştı. Artık mültecilerle ilgili söylenecek bir söz yoksa tampon bölgenin adı; “Kürt kantonlarını ortadan kaldırmaktır”dan başka bir şey değildir.

Peki, gelinen bu noktada NATO, ABD ve Türkiye’nin istekleri örtüşüyor mu?

Şu an en büyük tartışmalardan biri bu. Çünkü NATO ve ABD’nin ne istediği belli değil. Biraz “kervan yolda düzülür” mantığıyla hareket ediyorlar. Savaşın uzun yıllar süreceğinin dile getirilmesinin nedeni biraz da bu. Aslında Orta Doğu’daki bu mezhep çatışmasını, Avrupa’da 1600’lerde, Katolik ve Protestanlar arasında yaşanan 30 Yıl Savaşları’na benzetiyorum ben. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen ve çok güzel kafa kesen adamlara bomba atmak değil mesele. Olayın zemininde beşeri bir şey var yani.

Türkiye, bu mezhep savaşının ekseninde dünya tarafından nasıl algılanıyor?

AK Parti, dünya ile Arap siyasetçi ve akademisyenlerin gözünde, Mısır’daki Müslüman Kardeşlerin bir şubesi niteliğinde. Müslüman Kardeşler cereyanının Filistin kolu Hamas, Suriye kolu Tevhid, Irak’taki koluysa Irak İslam Birliği’dir. Algıya göre Türkiye kolu da Davutoğlu ve Erdoğan… Türkiye’nin IŞİD’le olası bir savaşıysa, Suudi Arabistan ile Müslüman Kardeşler’in, Türkiye’deki izdüşümü olur. Bu arada El- Kaide lideri Zevahiri, Mısır Müslüman Kardeşleri ekolünden çıkmadı. Yani bu, AK Parti şemsiyesinin, yarın öbür gün kurulabilecek Türkiye IŞİD’i için havuz oluşturabileceği sinyalini de veriyor.

“IŞİD, EL KAİDE’DEN FARKLI OLARAK YERLEŞİK SAVAŞMAYI TERCİH EDİYOR”

Kimdir, neyin nesidir bu IŞİD?

IŞİD birden fazla unsurun biraraya gelmiş hâli aslında. ABD’nin Irak işgali sırasında Usame bin Laden’in güvenini kazanmış, El- Kaide’nin yetiştirdiği Abu Musab el- Zarkavi liderliğindeki El- Kaide Rafideyn’in (Mezopotamya el- Kaide’si) devamı niteliğinde. Zarkavi, bir ABD operasyonu sırasında öldürüldü ama örgüt bitmedi. Kısaca, Saddam’ın Tikritli kurmayları ile Musullu, iyi eğitimli, profesyonel savaşçı subayları, IŞİD’in ilk hâlini oluşturdu diyebiliriz.

IŞİD’i diğer ögütlerden farklı kılan, “devlet” aklıyla hareket ediyor olması diyebilir miyiz?

Kesinlikle. İşin enteresan tarafı da bu zaten… Bu kadar güçlü olmak için bir örgütün devamı olmaktan fazlasına ihtiyaçları vardı. Bu noktada iki detay öne çıktı: Sünni Arap aşiretlerin desteği ve askerî becerilere dair “Know How”. Bir de El- Kaide ve türevleri, belli merkezlerde operasyon yapma tarzını benimsemiş örgütlerdi. Ancak IŞİD, ilk defa yerleşik olarak savaşmayı tercih etti.

“KOBANİ DÜŞERSE SÜREÇ FİLAN KALMAZ ORTADA”

KOBANİ DÜŞTÜ DÜŞÜYOR DEMEK, DÜŞSÜN DEMEKTİR: Çengiz Çandar, Erdoğan’ın önceki gün söylediği “Kobani düştü, düşüyor” sözleri için, şöyle konuştu: “Kobani’de bu kadar acı yaşanırken, PYD’ye şartlar dayatmak, ‘Kobani’nin düşmesini istiyorum’ demenin diplomatik dilidir.”
“Güney’deki Kürtler, Türkiye’dekilere kötü örnek oluyor” diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Dünyadaki bütün Kürtlerin yüzde 50’sinden fazlası Türkiye’de yaşıyor. Bu durumda hattın diğer tarafındaki Kürtler’in, Kuzey’dekilere nazaran daha iyi şartlarda yaşadığı göz önüne alınırsa, bizimkilerin daha azına razı olması mümkün değil. Bu durum bizim Kürtler için kötü bir emsal teşkil edeceği için de, bunu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

Peki, “Çözüm Süreci” diye bir süreç oldu mu hiç?

İki senedir bir arayış vardı elbette. Daha önce olmamış şeyler var: İmralı’da, PKK lideriyle düzenli görüşmeler yapılıyor. Bu görüşmelere milletvekilleri katılıyor, daha sonra aynı vekiller Kandil’e gidiyor falan… Bunlar birkaç yıl önce tahayyül edilecek işler değildi. Fakat işin özü; güçlü ateşkes ve çatışmasızlık haliydi. Bu, çözüm için önemli bir adım tabii ki ama çözümün kendisi kesinlikle değildi. Her şeyi bir kenara bırakalım, bu durumda 1999 ile 2004 yılları arasında zaten vardı. Öcalan yakalandığında ateşkes değil, savaşın bittiğini ilân etmişti. Ve hatta apar topar PKK savaşçılarının Türkiye’yi terk etmesini istemişti. Daha da önemlisi ve herkesin unuttuğu şey; Öcalan PKK’yi lavetmişti. Buna rağmen Kürt sorunu çözülmedi. Çünkü somut adımlar, gerçekten çözüm için gerekli olan şeyler yapılmadı. Kobani bu yüzden çok önemli. Eğer Kobani düşerse, Kürtlerle ileride barışa dair yapılacak her hamle, şimdiden yara almış olacak. Kandil zaten süreci bitirdi. Biraz Abdullah Öcalan’ın yüzü, suyu hürmetine devam ettiriyorlar. Öcalan eğer “bitti” derse, o zaman yine savaş günlerine döneceğiz.

PYD ile PKK hükümet nezdinde aynı kefede… PKK’nin “Süreç bitti” demesi; IŞİD’i Kobani’den çıkaramamış bir örgütün, silahlı mücadeleyle gözdağı vermesini de sekteye uğratmaz mı?

Tam olarak değil. Şu an YPG, işgal altındaki bir şehri korumaya çalışıyor. Kobani’de yaşananlar, PKK’nin 30 yıldır silahlı mücadele verdiği, Türkiye’deki Kürt sorununu gündeme taşıdığı ve Kürt hareketinin önderliğini yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. PKK’yi bir örgüt olarak düşünürseniz, baş edebilirsiniz, o kolay iş. “Yöneticileri kimdir, kaç tane silahlı adamı var, nerede yaşıyorlar” bunların hepsi belli. Fakat konu, PKK’nin Kürt isyanının tabelası olması. Çözüm süreci, “Bu Kürt isyanını bitirdik mi” sorusunun cevabını aramaktı. Kobani düşerse ne olur: Kürt isyanı bitmemiş anlamına gelir. Yani süreç falan kalmaz ortada

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)