Nerden aklıma geldi anlamadım! Asırla karşılaşmak ve
onunla dertleşmek… Öyle ya bir asır! Yani yüz yıl, dile kolay yüz yıl!
Yüz yıla kavuşabilir miyiz, ya da kavuşan var mı? Yüz yıl, yani bir
asır! Asırla bir araya gelmek kolay mı? Hele konuşabilmek?
Tövbe tövbe! Biz kimiz ki asırla konuşabilelim… Allah bir
ömür vermiş, herkesin öleceği günü saatı, büyük Yaratıcının nezdinde
belli… Hal böyle! Bunu da biliyoruz ama yine de asırla konuşmak
istiyoruz. Olacak iş mi?
Kimse yanlış anlamasın, asırla konuşmak, asrın yani
yüzyılın içinde yaşamak değil, o yüz yılın içinde yaşayanla
konuşmaktır. Ben de buldum bir asırlık yurttaş, vatandaş, biraz da çok
eski bir arkadaş, konuşayım dedim, birkaç saat beraber olduk. O birkaç
saat içinde konuştuklarımı notlar halinde kayda geçtim.
Asrı tanıtmak isterim. Yani yaşamında yüz yıla merhaba
diyecek olanı…
Adı İsmail Aktaş! Poyrazlı İsmail derler kendisine. Ben
ise İsmail Reis Dayı derim… Arkadaşlığımız oldu İsmail Reis Dayı ile…
Hani ben de çocuk değilim ya… Tanışıklığımız 1940 lı yıllara dayanır.
Ben de 83 yaşın içindeyim… O nedenle arkadaşlığımız var derim.
Çocuktum, İsmail Reis Dayı delikanlıydı birlikte kumculuk yaptık…
Sizin anlayacağınız o zaman denizden, deniz kıyılarından kürekle kum
çıkarıp takalara yükledik, sonra da sırtımızdaki küfelerle dışarıya,
yani inşaatlara taşıdık… Hani dostluğumuz hem işe, hem emeğe, hem de
çok eskiye dayanır…
İsmail Reis Dayı dedim, gel de biraz konuşalım… Konuşalım
deyince başladık…
“Kaç yaşındasın…”
“Sana ne?”
“Hani dertleşiyorduk ya… Seni yazacağım, herkes tanıyacak ya…”
“Yahu beni, bizim Köroğlu tanıdı ya, daha kim tanıyacak ki?”
“Öyle değil, seni Sarıyer’de tanımayanlara tanıtacağım…
Gençler seni bilmez… Sarıyer dışında olanlar da tanıyacak seni…”
“Tanısın bakalım. De de ne diyeceksin…”
“Kaç doğumlusun?”
“Ben mi? 1918 doğumluyum, Sarıyer’in Rumelifenerinde
doğdum torinum! Babam Rumelifeneri’ne geldi, oradan Poyraz’a gidip
yerleşti.”
“Maşallah, iyi yaşa geldin!”
“Dur da, ne iyi yaşı, daha var var!”
“ Niyetin yüz yaşı geçmek galiba?”
“Rabbim verir, neden vermesin ki! Bu yaşa ben istediğim için gelmedim
ya, canı o verdi, o yaşattı. Ben isterim, o verecekse verir. Benden
isteyin vereyim demiyor mu? Diyor o zaman versun biraz daha ne
kaybeder ki!”
“İsmail Dayı bu güne kadar ne gördün, neler hissediyorsun?
“Hiçbir şey görmedim desem iyidir ya! Ama çok şeyler
yaşadım ama gelip geçti.” “Unutamadığın ne var
gördüklerinden”.
“Atatürk’ü gördüm, hem de o kadar yakından ki, sorma gitsin!”
“Nasıl gördün Atatürk’ü, nasıl biriydi?”
“Atatürk 1935 senesinde Boğaz gezisi yapıyordu
Ertuğrul yatı ile… Poyraz’a geleceğini duyunca herkes sahile indi
köyden. Köyde ne kadar adam, ne kadar delikanlı ve çocuk varsa deniz
sahiline indiler. Ben de indim. Kadınlar uzakta kaldılar…”
“Nasıl bir adamdı?”
“Bu gelen Atatürk ‘ü, koskoca bir adam geliyor
zannettik. Yani boylu poslu, yanına varılamayacak, ulaşılamayacak dev
gibi bir insan bekledik. Ula bir de baktık ki bizim gibi bir adam
geldi. Orta bir boy, sarı saçları, maviye gözleri… Beni gönderdiler
kayıkla yata… Beyaz pantolon, beyaz mintan giyiyordu. Sandala alıp
sahile indirdim. Ayakta duruyordu… Bir dalga geldi. Sandal yalpaya
düştü. Atatürk de denize yuvarlandı. Korkudan ayakta durma düşersin
diyemedim kendisine. Bereket çok kıyıda idik! Hemen doğruldu… Öyle
dışarı çıktı… Tekrar yata gittik, yeni elbiseleri alındı ve giyindi…”
“Nasıl öyle oldu, belki sen hatırlamıyorsun?”
“Olur mu hala gözlerimin önünde. Çok akıllı bir adamdı
da neden denize düşebileceğini anlamadı bunu da hiç anlamadım!”
“Peki, neler oldu?”
“Sahilde yaşlılarla konuştu. Bizi de etrafına topladı.
Vardık on beş yirmi kişi… Dedi ki herkes küçük taş toplayıp, bir yere
yığacak. Kim fazla toplarsa mükâfat var… Başla dedi, başladık… Birkaç
dakika sonra durun dedi. Durduk ve herkesin taşını saydı. En çok ben
toplamışım, başımı okşadı ve çıkarıp bana beş lira verdi. İlk defa
orada gördüm beş lirayı. Kâğıt para öyle güzeldi ki!”
“Ömründe neler yaptın?”
“Neler yapmadım ki: Balıkçılık tam 70 yıl…
Çaparicilikten, gırgırcılığa, tekircilikten, kılıççılığın;
kumculuktan, odunculuğa kadar ne iş varsa yaptım! Bakkallık bile
yaptım bir süre!”
“Unutamadığın bir şey var mı?”
“Olmaz mı? Bak, sizin motorla kumculuk yapıyorduk.
Kumu yükledik, İstinye’ye gelip Tokmak burnuna yanaştık, başladık
boşaltmaya. O sıralarda rıhtıma yanaştığın zaman gelen maliyecilere
para ödeniyordu. 50 kuruş, bir lira, iki lira, en fazla 5 lira…
Ağabeyin Efe Salih maliyecilerin geldiğini görünce hemen kamaranın
üstüne çıktı, başladı namaz kılmaya… Adamlar on dakika bekledi, Efe
Salih namaz kılmaya devam etti. Yirmi dakika beklediler, yine namaza
devam, yarım saat oldu, yine namaza devam… Zaten iki kişiydiler biri
dedi ki. Yahu ne bitmez namaz bu? Bende dedim ki gülerek çok kaza
namazı var, onları kılmaya başladı. Ne zaman bitirir belli olmaz, biz
mecburuz kendisini beklemeye… Adamlar yemedi ama gittiler. Sırt 50
kuruş vermemek için o işi yaptı Efe Salih. Bu unutulur mu?”
“Gençliğini hatırlıyor musun?”
“Hatırlamam mı? Dün gibi hatırlıyorum! Çok şey gördüm,
anladım neler olduğunu ama çok geç anladım, iş işten geçtikten sonra.
Genç iken ateş gibiydim, şimdi gördüğün gibi. İki ileri bir geri…
Bostan olmayınca yürümek eziyet oluyor.”
“Bir şey söyle de örnek alalım İsmail Reis Dayı!”
“Peki o zaman yaz bakalım: İnsanoğlu hilebazdır sakın
ondan kendini/Kimse bilmez fendini/Her kime iyilik edersen/ Sakın
ondan kendini.”
“İyilik yaramaz mı Dayı”
“Oğlum iyilik yapanların iyilik gördüğü oldu mu? Gördü
ise ne kadar gördü. Yahu baba oğlundan kazık yiyor be!” “Bak İbrahim
sana eyi bir söz daha: Arkadaşına sakın sırrını söyleme sonra iflas
edersin!”
“Sana neden Poyrazlı İsmail Dayı diyorlar”.
“1927 de annem Sarıyer’de öldü. Biz yollarda kaldık.
Amcam bizi alıp Poyraz’a götürdü. Askere gidene kadar orada kaldık.
Onun için bana Poyrazlı İsmail derler. Poyraz’dan askere gittim,
gelince evlendim. Tekne sahibi oldum. 1947 yılında tekrar Sarıyer’e
gelip yerleştik. Çok çalıştım, biraz tüylendim, yani para sahibi
oldum… Ama çok mu çok yoruldum. O kadar çok çalışıyordum ki yattığımda
yorgunluktan hanıma elimi uzatamıyordum (Kahkaha ile gülüyor İsmail
Reis dayı).”
“Sigara içtin mi hiç?”
“Haaa, sigara içiyordum. Bir gün hanım yatarken başını
öte tarafa çevirdi. Tuhafıma gitti, bir, iki, üç böyle devam etti. Bir
gün sordum “Hanım başını neden çeviriyorsun benden?” Bana dedi ki:
Adam ağzın çok kötü kokuyor…”
“Desene berbat bir şey!”
“Olmaz mı? Kadın haklı hemen sigarayı bıraktım. 1944
yılının Ağustos ayında bıraktım sigarayı o gün bu gün içmiyorum.”
“İçki içtin mi?”
“Ağzıma hiç içki koymadım!”
“Şimdi nasılsın?
“İyiyim de kadın hasta. Kimle şakalaşacağımı
bilmiyorum” dedi kahkaha atarak.
“Yemek işi nasıl, kendine nasıl bakıyorsun, yemek seçer misin?”
“Torun sen de bilirsin! Yoksullukla büyüdük.
Cumhuriyetin ilk yıllarıydı. Yiyecek bulmak kolay değildi. Herkes
zorluk çekiyordu. Ne bulursak onu yiyorduk. O zaman alıştım her yemeği
yemeye, seçme hakkımız olmadı ki.”
“Başka bir hatıran var mı unutamadığın?”
“Olmaz mı Kanlıca’daki koyda kum boşaltıyorduk.
Yandaki yalının bahçesinde bir adam gördüm. Kitap okuyordu. Kazım
Karabekir Paşa’ya benziyordu. Bıraktım işi, gittim yanına. Kimse dur
demedi bana. Paşam elini öpmeye geldim dedim. Ayağa kalktı, benimle
tokalaştı ben de ellerinden öptüm. Dünyalar benim oldu.”
“İsmail Reis Dayı Çok yaşamanın sırrı nedir?”
“Çok yaşamanın sırrı mırrı yok. Onu Allah bilir. Şöyle
yaptım, böyle yaptım, onun için rahatça bu yaşa geldim diyenler yalan
söylerler. Bakımsızlıktan olsa, yoksulluktan olsa ben elli defa
ölürdüm.”
“İsmail Reis Dayı daha ne kadar yaşamak isterdin?”
“Ula kim yaşamak istemez ki? Şöyle 100 – 150 sene daha
yaşasak olmaz mı?”
“Olur, neden olmasın! O yaşı yaşarken daha ne yapmak istersin:”
“ Hiç olmasa yatarken, kadın elimi tutsa, ben de onun elini tutsam iyi
olur da… (Kahkaha ile gülerek).
Evet, dostlar görüştüğüm İsmail Reis dayı 98 yaşını
bitirmek üzere. Müthiş bir şey… Kendi başına dolaşabiliyor, ibadetini
yapabiliyor. En önemlisi de belleği müthiş. Hiçbir şeyi unutmamış,
aklına kumanda edebiliyor… En son sorumu sordum;
“İsmail Reis Dayı, yekeye kumanda edebiliyor musun?”
“Uşağım, sana iki saattir cevap verdum, tekneyi
gezdirdiğimi gördün mü (Yani bir şeyi anlatırken unuttuğumu gördün
mü?… Merak etme eyiyim eyi…”
“Yaşa İsmail Reis Dayı… Aklına kumanda ediyorsun, yeke
tutman iyi, Allah daha da uzun ömürler versin…”
“Sana da evlat sana da…”
Alllah, asırlık delikanlıya yani Poyrazlı İsmail’e,
İsmail Reis Dayıya sağlıklı ve uzun ömürler versin.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)