Son günlerde tartışma konusu olan müftülere de, ‘nikah kıyma yetkisi verilmesi’ konusu; son derece doğru bir karardır. Konuya girerken aslında ‘nikah’ı tanımlamakta yarar vardır. Nikah; İslam Hukuku’nda; ‘icab’, ‘Kabul’ ve ‘İlan’ dan oluşan üç tane kavramı içermektedir. Yani nikah; kız ve erkeğin karşı kabulleri ve ailelerinin de onayı ile hayatlarını birleştirmeye karar vermeleri ve bunu da yani karı koca olmaya karar verdiklerini topluma duyurmalarıdır. Demek ki nikah; eşlerin imza atıp sorumluluk almalarıdır. Zaten erkek ile kadın arasında gerçekleşen ilişkiyi meşru ve gayr-ı meşru hale getiren durum imza atıp sorumluluk alıp almama durumudur. Nihayetinde her iki durumda da kadın ile erkek arasında aynı ilişki söz konusudur. İmza atıp sorumluluk almak, eşlerin doğacak çocukların yetiştirilip topluma kazandırılmaları ve bize kendilerine varis olacaklarını, neseplerinin belli olacağını sağlamak demektir.
Cumhuriyet döneminden önce resmi halde nikah kıyma yetkisi müftülerin uhdesinde olarak imamlara aitti. Cumhuriyetten sonra imamlardan bu yetki alındı. Elbette zaman içerisinde vatandaş bunu anlamadı ya da kendilerine yeterince izah edilemedi. Ve vatandaşlarımız devamlı şekilde şu algıda takıldı kaldı. İki tane nikah var. Bunlar; resmi nikah ve imam nikahıdır. Öyle ise ben; resmi nikah kıydıktan sonra ille de .gecenin bir iki gibi ilerleyen saatlerinde bir imam bularak yeniden nikah kıydırmak zorundayım. Bu halde müslüman halkımız geçmişte sıkıntılara da maruz kaldığı çok olmuştur. Ya imam bulamadığı olmuş, ya da resmi nikah kıymadan önce nazı geçtiği imamlara nikah kıydırmış ve bu sırada da din görevlileri zorda adli makamlar nezdinde kalmıştır. Çünkü sonradan resmiyete dönüşmeden biten eş adayları arasındaki ilişkiler bu sefer adli makamlarca din görevlilerini sorumlu hale getirmiş, onları ceza alır durumda bırakmış ve din görevlileri madur olmuşlardır. Çünkü bazı mezheb imamlarının verdiği fetvalar -kendilerini saygı ile karşılıyor ve de tenzih ediyorum- su-i istimale açıktır. Öyle ki, şayet nikah kıyılırken eşler gerektiğinde boşama yetkisini eşit olarak üstlendiklerini ilan etmediklerinde bu hak sadece erkeğe ait olur. Bu durumda da resmi nikah kıyılmadan önce sadece imam nikahı ile eş adayları yetindikleri durumlarda bunun kadın aleyhine sakıncalarının olması kaçınılmazdır. Bu durumlarda kadın evlilik kararından döndüğü an, kocası olacak erkek kendisini boşamadığı takdirde onunla olan nikahı düşmemiş olur ve de bu kız ikinci bir erkekle evlenemez. İstediği kadar kendisi boşanmaya karar verdiği tarihten itibaren iddet dönemi geçirsin, çünkü halen nikah kıydığı erkekle evli görünmektedir. O erkek kendisini boşamamaktadır ve de halen onun eşidir. Bu da aslında kadına yapılan bir zulüm yöntemidir.
Diyanet İşleri Başkanlığımız bu sıkıntıların hem halkımız ve hem de din görevlileri arasında yaşanmaması için uzun zamandır resmi nikah kıymadan bir din görevlisinin nikah kıymasının yasak ve dinen de sakıncalı olduğunu resmi tebligatla görevlilerine tebliğ etmiş ve bunun takibini de titizlikle yapmaktadır. Din görevlileri de bu konuya gerçekten hassasiyet göstermektedirler. Ülkemizde ilk defa cennet mekan Yaşar Nuri Öztürk bu sıkıntıdan hem halkımızı ve hem de din görevlilerini kurtarmak için otuz yıl önce bunu şöyle dile getirmiştir. Müftü de devletin memurudur. Yine isteyen belediyeye gider, dileyen de müftüye gider. Nasıl belediye memuru kıydığı nikahları kayda geçirmek üzere nüfusa gönderiyor ise, müftü de kıydığı nikahların bilgilerini kayda geçirmek üzere ilgili nüfus müdürlüğüne gönderecektir. Elbette müftüler de işlerinin yoğunluğu sebebi ile bütün nikahları bizatihi kendileri kıymaya yetişemezler. Belediye başkanlarının yerlerine vekaleten memur görevlendirdikleri gibi, müftüler de bir din görevlisini vekili kılarak nikahların kıyılmasını sağlayabilir. İnanın bu durumda vatandaşımız daha da mutlu ve huzurlu olur. Eşler de resmi nikahtan sonra; ‘eyvah biz biletimizi almıştık, uçağı kaçıracağız, gecenin bu saatinde bir imam da nasıl bulacağız, acaba çocuğumuz gayr-ı meşru mu olur?’ gibi düşüncelerinden kurtulacaklardır.
Bunun iddia edildiği laikliliğe aykırı ve siyasi bir yönü de yoktur. Ülkemizde hristiyanlar zaten kilisede, yahudiler de havralarında nikahlarını gerçekleştirebilirler. Onlara da bu imkan sağlanabilir. Müslümanlar arasında da isteyen belediyeye ve isteyen de müftüye gidebilecektir. Yani şöyle bir kayıt olsa burada laikliğe aykırılık olduğu iddia edilebilirdi. Şöyle ki, ‘İlle de müftüye nikah kıydıracaksınız, ve nikah kıymada sadece o yetkilidir’ gibi. Oysa ki burada böyle bir sınırlama yoktur ve tamamen bir muhayyerlik yani serbestlik söz konusudur. Aslında müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmemiş olması ve sadece belediye başkanlarının yetkisine bırakılması; laikliğe aykırı olduğu pekala iddia edilebilir. Şayet laiklik aynı zamanda; herkesin istediği gibi ibadet etme, inanca sahip olma hürriyeti ise. Yani laiklik; inanç ve ibadet hürriyetine herkesin sahip olma şartlarının oluşturulmasıdır.
Zaten devletin görevi de vatandaşlarının can ve mal güvenliğini, barınma ve yaşama imkanları ile inanç ve ibadet hürriyetlerini sağlamaktır. Öyle ise, müftülere de nikah yetkisinin verilmesi; son derece doğru bir karardır ve de anayasamıza aykırılığı şöyle dursun tam aksine tamamen uygundur. İnanın, aksi bir durum olsa idi, bir akademisyen olarak bunu açık ve seçik olarak yazar ve söylerdim. Yukarıda anlattıklarımı, gerek nikah merasimlerde, gerek sokakta, ve gerekse okullarda girdiğimiz Din Kültürü ve Ahlak Dersleri’nde öğrencilerden gelen sorulara verdiğim cevaplarda ve de vaaz ve konferanslarda hep böyle anlattım. Bunun hiç korkulacak bir yönü de yoktur.
Dr. Ahmet BEKAROĞLU
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)