Koronavirüs bütün hızı ile devam ediyor. Tüm Türkiye, hükümeti, siyasi partileri, meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ile üzerine gidiyor. Önlem alınmalı, sokağa çıkmamalı, açık havada da olsa dolaşmamalı…
Daha pek çok önlem… Paket paket geliyor… Bakalım ne zaman “DUR” denilecek. 65 yaş ve üstü insanlar evlere kapandı ya yeter! Artık, parkta, kahvehanede, lokallerde, çay bahçelerinde dedikodu yok…
İnsan olmayınca daha doğrusu emekli olmayınca dedikodu da haliyle olmuyor. Benim anlamadığım, rızkını seyyar satıcılık yaparak temin etmeye çalışanlar, ne iş bulursa onu yapmak için çabalayanlar, ya da herhangi bir geliri olmayan ve çalışma gücü de olmayanlar, ya da asgari ücret ya da daha az ücret alanların nasıl yaşayacakları. Öyle ya ev kira ise yandı. Buna bir de doğalgaz, su, elektrik gibi giderleri ekle yandım anamketen helva…
Hay Allah durup dururken yine karamsar bir tablo çizdik…
Oysa böyle günlerde sadece ciddi olan KORONAVİRÜS üzerine yoğunlaşmalı, gayri diğer sorunları siktir etmelidir. Hadi bizde öyle yapalım…Korona bizim işimiz değil, ilgililer, sağlıkçılar tüm ülke çapında hastalığın üzerine üzerine gidiyor, kesin halledecekler ve boğacaklar bu virüsü….Ama başka virüsler de var… Muzur mu muzur, Allah onlardan da bizleri korusun… Gelin biraz gülelim.
1947 yılı, son bahar ve muşmula zamanı. Hava çok güzel, pırıl pırıl güneş! Öğle tatili oldu, okulda yemek yedik (o zaman yemeği devlet veriyordu okullarda). Dört beş arkadaş hepimiz aynı sınıftan. Sarıdağa muşmula toplamaya gittik. Uhuuu ağaçlar dolu mu dolu… Herkes bir ağaca gitti, topladıkça ceplerimize doldurduk yetmedi koyunlarımıza doldurduk, şişko şişko çocuklar olduk. Ders saatini geçirdik… Koşa koşa okula gittik. Sınıfa daldık. Pat diye öğretmen Pancar Nuri karşımıza çıktı, “durun” dedi durduk. Neredesiniz? Niçin geç kaldınız diye sordu. En önde benim, şöyle suratıma elinin içi ile dokundu (vurdu), benim yanımdaki rahmetliTevfik Kavaloğlu gülünce ona biraz daha sert vurdu, Selçuk eli ile yüzünü tutunca mintanının önü açıldı, haydaaa muşmulalar yerlere serildi, Tevfik üzerime doğru geldi, çekti mintanımı benim muşmulalar da yere saçıldı, hemen yanımdan birinin koynunda bir serçe kuşu çıktı uçuyor, öğretmen şaşkın, öğrenciler gülmekten kırılıyor, biz bu halde ders yaptık!
Biz gençler piyasa caddesinde yürüyoruz. Dalga gece gece Büyükdere’ye gittik, Bosphorus un önünden dönüyoruz. Gırgır şamata… Kocataş yalısını geçtik biraz, önümüzde manda gözü gibi madeni 50 kuruşu gördüm: 50 kuruş iyi de para! “Para” diye bağırdım ve eğildim ama kendimi de denizde buldum. Ben para diye bağırınca Ahmet Kara’da parayı görmüş alabilmek için beni hiç düşünmeden denize itti. O parayı aldı, bende sırılsıklam oldum…
Şekerci İbrahim Akdoğu, Sarıyer ve mehtap aşığı bir şairdi. İçki ile de başı hoştu. Yaz aylarında piyasa caddesinde tek başına bir bankta oturur mehtabın çıkmasını bekler ve kendi kendine konuşur, şiir söylerdi. Bizler de uzaktan uzaktan izlerdik. Yine böyle bir gece saat 23.oo sıralarında Kocataş Çeşmesi önünde, deniz kenarında bankta otururken, iki delikanlı arkasına gelip münakaşa etmeye başladılar. Ellerinde bir bisiklet var. Sen bineceksin, ben bineceğim kavgası ediyorlar. Bizde beş altı metre ötedeyiz. Şekerci İbrahim Kızacak biliyoruz ve ne diyecek diye bekliyoruz. Çocukların patırtısı devam ederken Şekerci İbrahim birden yerinden fırlayıp hışımla çocukların yanına giderek bağırdı:
ULAN; “ ikinizde tüy siklet
Elinizde bir bisiklet
Biriniz inin, biriniz binin
Sonra da siktirin gidin,” diyerek çocukları uzaklaştırdı.
Demokrat Parti iktidarda ama son günleri! Mayıs ayı içindeyiz. Öğrenciler ayakta, her gün gösteri yapılıyor, sıkıyönetim had safhada. Toplantılar yasak. Bildiri dağıtmak, ilan asmak hepsi yasak! Ben İsmet Paşa’nın “Böyle giderseniz ben de sizi kurtaramam” konuşmasının yer aldığı gazeteyi dağıtıyorum (İsmet Paşa 12 celse toplantıdan uzaklaştırıldı). Sivil polisler her yerde… Bir cumartesi günü Kumsaldaki İstikbal mobilya’nın oradaki binanın alt katında Ocak Yönetim Kurulu toplandık cama da afiş astık “Sönmez bu milletin ümidi bülent di, beyhude gayretin mezarcı” diye! Bunu hakaret kabul etmişler. Polisler arıyor.
Birden Burhan Uzun toplantımıza daldı. Burhan Uzun çok hızlı Demokrat Partili, Ağabeyi DP ilçe başkanı! Burhan bizi suçüstü yapacak diye beklerden “Çocuklar kaçın, polisler sizi arıyor” dedi ve çıkıp gitti. Birbirimize baktık ve ocağı kapatıp ayrıldık oradan. Gerçekten beş on dakika sonra polisler geldi kimseyi bulamayınca çekip gittiler.
27 Mayıs İhtilali oldu, DP devrildi, tutuklamalar gırla gidiyor. İhtilalden iki üç gün sonrada idi. Ocak Başkanımız Nihat arkadaşları ile prafa oynuyor bizde seyrediyoruz. CHP li Kömürcü Necdet isimli arkadaş geldi, Nihat’ı ısrarla kahvenin dışına çağırdı. Nihat kalktı dışarı çıktı, ben de peşinden. Kömürcü Necdet cebinden bir kağıt çıkarıp verdi ve “Bu listeyi mühürle, imzala, hepsini sıkıyönetime ihbar edeceğim” der demez Nihat yaradana sığınarak tokadı Kömürcü Necdet’in suratına patlattı. Necdet neye uğradığını şaşırdı, yere yıkıldı. Nihat kağıdı da yırtıp attı. Kâğıdın başındaki ilk isim Burhan Uzun’un ağabeyi Numan Uzun’du… İşe bakar mısınız?
Enteresan bir seçim! Genel ve Yerel seçimler aynı gün yapılıyor. O zamanlar Muhtarlık seçimleri müthiş çekişmeli geçiyor. Sarıyer merkez Mahallesi Muhtarlığına iki üç aday var. Adaylar biri de Sarıyer’in unutamadığı bir isim. Dr. Cüneyt Urunç… Kendine çok güveniyor, tabii bizde ona çok güveniyoruz. Oylarımızı kullandık, saat beşe yakın sandıklar kapanacak, Dr. Cüneyt arkadaşları ile kahvede oyun oynuyor, nasılsa biri ona Doktor oy kullandın mı diye sorunca “Eyvah ben seçimi unuttum” diyerek tam gaz dışarı fırladı ama sandığa yetişemedi zira saat 17’ yi geçmiştii. Ne oldu dersiniz? Evet Dr. Cüneyt bir oyla seçimi kaybetti! Gülmez misiniz?
İğne Adalı Haydar Doğ Beyin kurduğu Yoksullara Yerdim Derneği Yön. Kurulundayım. Fakirlere ilaç ve gıda yardımı yapıyoruz. Sarıyerli bir arkadaşımız da Tüberküloz ve ilaçları hayli pahalı. Kendisi fakir… Aynı zamanda samimi arkadaşımız… Ikına sıkına reçeteyi gösterdi. Tabii anladım. Eczacı Merhum Alaattin Akarçay’a gittim “…. Reçetesini imzalayıp mühürleyeceğim, sen ilaçları verirsin, ben de her ay sonu parasını dernekten öderim” dedim. Tamam dedi… Bir yıl devam etti. Bir gün para ödemeye gittim bana şöyle dedi “Bak arkadaş benden ilaçları alıyor ama başkasına satıyor, son iki kez benden ilaç yerine parasını istedi. Bu adam kumar oynuyor haberiniz olsun”. Hemen buldum kendisini anlattım durumu ve bir daha reçete getirmemesini söyledim. Üç beş ay sonra da vefat etti. Ne demeli?
Bayramları unuttuk! Bayramlar geldiğinde bir telaş, bir telaş hemen tatile çıkmak için yarış başlıyor. Kıl Bayram namazını, eve git, bayramlaş, konu komşuyu pas geç doğru güneye tatile… Ya da kes kurbanı, kaynat kazanı, tat eti ver elini Bodrum… Bayram şenlikleri unutuldu. Cambazlar yok artık. Cambaz Selami Hidayetinbağı’nda çıkardı tele elinde koca denge sırığı, telin üzerinde yürür, yalandan düşme numarası yapardı. Sonra da “Cambaz Selami Ben geldim/ Hepinize takdim ederim/ Cambazlıktır hünerim/ Mandagözü yirmi beşliği çok severim” diyerek elinde bir tepsi para toplardı.
HEY GİDİ GÜNLER HEY!
Yazan İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)