Son Dakika Haberler

HAYAL DEĞİL- VIII

HAYAL DEĞİL- VIII
Okunma : Yorum Yap

Hayal değil yazı dizimizin ilgi görmesi tabii ki memnuniyetime neden oldu. En azından böylesine kasvetli günlerde,
herkes evinde koruma altında iken onları geçen günlere taşımak, az da olsa gülmelerini, kasvetli havadan uzaklaşmalarını sağlamak az bir şey değil diyorum.

Böyle olunca da devam ediyorum. Olaylara muhatap olanların o günleri hatırlamaları “Evet” demeleri ya da “Ne günlerdi o
günler” diyerek özlemlerini belirtmeleri beni mutlu ediyor. Ben de iyi ki o günleri yaşamışız diyorum yeni anlatıma geçiyorum:

Öğrenci olaylarının yoğun olduğu dönemlerdi. Voleybol takımızın maçı vardı. İşin tuhafı aynı gün Selman Adıgüzel’in de
futbol maçında hakemliği vardı. Sabah 10.oo Beylerbeyi sahasında futbol hakemliği, 12.oo de de Bağlarbaşı Kapalı salonunda futbol maçı.

Selman’a “Futbol maçına gitme, belki yedek adamlarımızdan gelmeyen olur, böyle olursa hükmen yeniliriz” dedim. “Hayır, gideceğim” dedi.

İkna edemedim ve “O zaman maçı idare et, biter bitmez, yıkanma, giyinme, elbiselerini alıp dışarı çık, çevir bir taksi gel, takside giyin” dedim. Maç saati geldi, takımlar sahada biz beş kişiyiz. Hakem Arap Hayrettin, düdük çalarak takımları sahaya çağırıyor, iki dakika diye işaret ettim. Başını salladı. İki dakika geçti, yine düdük çaldı, Selman hala yok. Hakemin yanına gittim. Anlattım duruma, o da karşı takımın kaptanını çağırdı, bir şeyler konuştu beş dakika daha bekleme aldı. Rakip bekliyor, seyirci bekliyor, hakem sinirli bana el sallıyor, o anda Selman’ın salona koşar adım daldığını gördüm. Daldı
ama daldığı ile birlikte parke üzerinden jet gibi kayması ve filenin dine kadar gelmesi bir oldu. Bu kayma sırasında ayağından değiştirmeyi unutmadığı çivileri çıkmış kramponları da sahanın içine etti. Tabii herkes kahkaha ile gülüyor. Sonuçta maçı oynadık…

Meğer Selman taksi de soyunmuş maç formalarını giymiş ama kramponlu ayakkabılarını
çıkarmayı unutmuş. Selman biraz unutkandı…

Selman’dan başladık bari devam edelim: Ligin son maçı yenersek birinci olacağız, yenilirsek üçüncü. Çetin ceviz takımlardan
Darüşşafaka ile oynayacağız. Yüzde yüz favoriyiz. Takımlar maça çıktı, bizim takım ilk iki seti açık farklarla kazandı. Nasılsa yeneceğiz düşüncesinde olan antrenörümüz Ergin Özenç, üçüncü sete beş yeni elemanla çıktı. Böyle olunca bu seti kaybettik. Dördüncü sete de aynı şekilde çıktı. Sahada Ruhi İlkan var, o da kendi kendini yiyor, mırıldanıyor ama antröner onu da dinlemiyor. Dördüncü seti de kaybettik. Beşinci sette ilk sette oynattığı kadro ile çıktı ama istediğimiz gibi olmadı. Set başa baş gitti. Nihayet rakiple kafa kafaya geldik. Servis’i kullandık, karşıladılar, smaç yaptılar, bizden iki kişi blok yaptı. Top avuta çıktı ve hakem Arap Hayri maçı bitirdi, şampiyonuz. Herkes birbirine sarılırken Selman put gibi durarak, elini
havaya kaldırdı ve hakeme döndü, hakem ne oldu işareti yaparken Selman parmaklarını oynattı. Yani top parmaklarından çıktı dedi. Öyle olunca hakem sayıyı rakibe verdi tabii kızılca kıyamet koptu ve Sarıyer üçüncü oldu. Yani Selman’ın doğruculuğu takımı şampiyonluktan etti.

Okullar arası basketbol maçı var. Sarıyer olarak Gelenbevi ile oynayacağız. Basketbolun sadece ismini biliyoruz gibi… Salonumuz yok, toprak da olsa bir potamız yok. Fırça Bıyık Kamil Hoca neler yapacağımızı anlattı bize. Takımımız Ben, Peykunt Sezginer, Nahit Taşer, Erdoğan Kobal ve Sabahattin Aslancık’tan ibaret. Sahaya çıktık, maç başladı, rakip bize top göstermiyor. Bizde biraz oynayan Peykunt ile Erdoğan … En uzunumuz Pehlivan Nihat topu ona atıyoruz, o da maşallah bütün gücü ile savurarak potaya gönderiyor. Potanın takılı olduğu yer üften püften, ha kırıldı kırılacak. O sıralar güreş sporu da yapıyor. Hakem iki üç defa oyunu durdurdu ve “Oğlum, potayı kıracaksın, maç yarım kalacak, doğru dürüst topu at” ikazında bulundu. Erdoğan hakeme “Hocam o güreşçi başka ne yapsın derken” hoca da anlaşıldı dedi ve maçı erken bitirdi. Maçı 21-3 kaybettik. İki sayı Peykunt, bir sayı ben yaptım.

Sarıyer S. K. olarak 1963-1981 yılları arası her deplasmana gittim. Av. Fikret Bey’de her deplasmana geldi (Zorunlu olarak gidemediğimiz de oldu tabii). Her deplasmana Cuma gnünden gidiyoruz. Bu de masrafı artırıyor. Hem para sıkıntısı var hem de bir gün önceden gidiyoruz. Bi ara Av. Fikret Bey’e “Abi erken gidiyoruz, masraf fazla oluyor…” derken ağzımı kapattı, anladım diğer idarecilerin duymasını istemedi. Bana “ Bak, Balcı… Bu çocukların Türkiye’yi tanıdığı yok. Bu ülkeyi tanımak onların da hakları! Ben özellikle yapıyorum ve iki üç gün hazırlanıyorum. Bir tam gün gittiğimiz yerlerin tarihi yerlerini gezdiriyorum ve ne olduğunu anlatıyorum. Bunu ilerde sen yap, görevimizdir” dedi. Durumu çok iyi kavrayan futbolcular olduğu gibi kös kös dinleyenler de oldu tabii. Ama yıllar sonra Av. Fikret Beyin ne kadar haklı olduğunu anladım. Meğer Fikret Bey Sarıyerliler için büyük bir nimetmiş.

1959 yılına Sarıyer S.K. genel kurulunda Kulüp Yönetim Kuruluna seçildim. Görev bölümü yapıldı Genel Sekreter yaptılar beni… Bir kaç toplantı sonra Fikret Bey yemeğe çağırdı beni. Gittim Fikret Bey, Dadaş Yusuf ve Celal Demir dört kişiyiz. Yedik içtik, güldük eğlendik. Fikret Bey “Şimdi beni dinle” dedi ve devam etti. “Genel Sekretersin, gördün kulübümüzün oturacak bir yeri bile yok, Bizim evde toplandık. Sen genel sekretersin, kulüp için, yönetici olsun, futbolcu olsun veya
başka bir iş için gelenler olsun seni bulacak. Onları sen karşılayacaksın. Her zaman temiz olman, iyi giyinmen, tıraşlı ve
kravatlı olman gerekiyor” dedi. Dadaş hemen atıldı “Oğlum teşrifatçılık yapacaksın”, Fikret Bey durur mu”Yooo Dadaş yooo onun asli vazifesi olacak”… Vel hasılı kelam yazın o müthiş sıçaklarında bile takım elbiseli, tıraşlı, kravatlı gelenleri bekleyip durdum. Allah razı olsun ondan..

1960 ihtilalini yapanlar siyasi partileri kapattılar, gençlik kollarını ve ocak teşkilatlarını da! Sarıyer Ocak teşkilatının
mükemmel bir gençler ekibi vardı. Klasik Türk müziği, Türk halk müziği, kütüphane kolu gibi… Bu delikanlılar tabii aktiviteden yoksun kaldılar. 1961 yılı ekim ya da kasım ayı idi. Sarıyer Hamamının yanındaki 4, ya da 5 metre karelik küçük bir boş dükkanı toplantı odası yaktık (Terzi Fazlı’nın yeri). Dört sandalye bir küçük masa ve bir küçük dolap başka bir şey yok. Orada toplanıyoruz, sadece dört kişi oturuyor diğerler ayakta. Saat 20.00 sıraları müthiş bir yağmur yağıyor. Kapı çalındı, açtım baktım bir adam. İbrahim Balcı’yı arıyorum” dedi. “Benim” dedim. “Beni Okul Müdürü Faik Bey size
gönderdi, biraz görüşelim” dedi. Ertesi gün için sözleştik ve buluştuk. “Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğüne atandığını, Sarıyer İlkokul binasını (Eski bina) Halk Eğitim merkezine tahsis ettiklerini, orada müdür olduğunu” söyledikten sonra “Sizden ricam, sizin gençlerle konuşmanız ve onları benimle tanıştırmanız olacak” dedi. “Olur dedim”, tanıştırdım. Gençlerle müthiş bir diyalog kurdu ve Sarıyer Halk eğitim merkezinde Güreş Şubesi, Mükemmel bir tiyatro topluluğu, Halk Müziği,
Klasik Müzik kolları kurdu, sonraları, nakış, biçki-dikiş, okuma yazma ve daha pek çok etkinlikler yapıldı. Bana haz veren “Balcı, işe girmesini istediğin kişi varsa söyle” dedi. Kaç işi söyledimse onları işe aldı. Sarıyer halk Eğitimi merkezinden mükemmel insanlar yetişti. Pek çok dalda başarıdan başarıya koştular, Folklarda Avrupa birincilikleri var, Milli Güreşçi Mücahit Güngör, beynelmilel hakem Erkan Uybaş oradan yetişti.

BİR TERSLİK OLMAZ İSE YARIN DEVAM EDERİZ.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)