Uzun yılların yorgunluğu vardı üzerlerinde. Nereden nereye
gelmişlerdi. Köyde doğup büyümüşler; gelişmişler, güç şartlar altında
okumuşlar, şehre taşınmışlar, iş tutmuşlardı. Henüz kendilerini bile
tanımadan evermişlerdi onları. Şehriban’ın yaşı on üç, Yusuf’un yaşı
on altı idi. Yani iki çocuk ailelerinin anlaşmaları ile baş göz
edilmişlerdi.
Yeni evlilerin durumunu Yusuf’un babası kavramıştı. Onlara
ayrı bir ev açmaya karar verdi ve birkaç ay içinde bu arzusunu yerine
getirdi. Sonra da evi bir iyi döşedi… Aile büyüğünün elleri üzerinden
çekilince çalışma ihtiyacını hissetti. Yine de babasının gayreti ile
bir iş bulundu Yusuf’a. Oysa Yusuf’un bütün isteği ortaokulu okumaktı.
Şehriban, ilkokulu dördüncü sınıftan terk etmişti. İlk işleri
Şehriban’ı, ilkokulu bitirmesi için okula yazdırmak oldu. Yusuf da hem
çalışıyor hem de dışarıdan ortaokul sınavlarına hazırlanıyordu.
Başardılar… Azmin elinden ne kurtarır ki. Yeter ki
azmedilsin, her şey hallolurdu. Nitekim Yusuf Liseyi, Şehriban
ortaokulu bitirdiler. Yusuf’un aklı fikri memur olmaktı. Devlet
güvencesi önemliydi diye düşünüyordu. Bu arada bir kız, bir erkek
çocukları da olmuştu. Paşa paşa büyüyorlardı… Bir hayli uğraştan sonra
açılan sınavı kazanarak memuriyet hayatına başladı Yusuf. İsteği
yerine gelmişti. Her akşam belli saatte yatıyor, sabah belli saatte
kalkıp işine gidiyordu.
Yıllar yılları kovaladı Yusuf’un da Şehriban’ın da annesi
babası ölüp gitmişlerdi. Kendileri koca bir aile olmuşlardı. Çocukları
yaman çıkmış, biri doktor biri öğretmen olmuştu. İki çocuklarını da
evermişler rahatlamışlardı…
Yusuf emekli olmuştu… Hali vakti fenada değildi, sağlığı
yerinde, eşi dostu olan, çevresinde sevilen sayılan biriydi. Bir gün
ortada görünmese mahalleliler ya da arkadaşları tarafından sorulup
aranıyordu. Bu durumu ile de çok mutluydu. Şehriban da mahallenin
iyilik meleği idi. Karı koca her gün birlikte günlerini
geçiriyorlardı. İkisinin de merakı küçük bahçelerinde çiçek dikmek,
onları temizlemek, bakımlarını yapmak, çiçekler çoğaldığında demet
yapıp komşulara vermekti. En çok sevdikleri de erguvandı. Bahçenin
dört köşesine erguvan dikmişlerdi. Biri mor, biri beyaz, biri sarı
biri de pembe renkliydi. Onların çiçek açması ile dünyalar onların
oluyordu. Hele evin kapısı ile bahçe kapısını çepe çevre saran mor
saklım çiçeklerinin gelin tacı gibi görünmesi, evliliklerini
hatırlatıyordu. Köydeki bahçelerinde devasa bir mor salkım vardı, ilk
kez orada birbirlerini elini tutmuşlar, bir de komşu çocuğu
fotoğraflarını çekmişti. O gün Yusuf, mor salkım ağacından kopardığı
bir salkımı eline tutuşturduğunda Şehriban heyecandan tir tir
titremişti… Sonraki yıllarda her yıl bir çiçek beklemiş ama Yusuf’un
aklına eşine çiçek vermek gelmemişti.
Hayli yaşlanmışlardı, kendi işlerini kendileri
görebilmelerine karşın yine de bazı işlerin ters gittiğini
anlıyorlardı. Öncelikle nefes darlığı, öksürük, iştahsızlık, görme
bozuklukları, yürümede aksaklıkları vardı. Eskisi gibi rahat hareket
edemiyorlardı. Uzun yürüyüşleri terk etmişlerdi. Konu komşuya gidip
gelmeleri de yoktu. Zaten Tv ler çıktığından beri komşuluk bitmişti.
Çocuklar da yuvalarını kurmuşla, değişik kentlerdeydiler. Haliyle karı
koca yılların birlikteliğini kendi muhitlerinde devam ettiriyorlardı.
En büyük zevkleri karı koca bahçede oturmak, kahvaltılarını
yapmak, yemek sonrası kahvelerini içmek ve sohbet etmekti. Günün
birinde eski günleri hatırlayan Şehrinaz aklına gelenli söyleyebilmek
için kıvranıp durmasına rağmen bir türlü söyleyememişti. Salkım ağaçı,
mor salkım, çiçek demişti ama sonunu götürememişti. İstiyordu Yusuf
açsın konuyu. Ama Yusuf oralı değildi. Ya da öyle görünüyordu.
Zaman akıp gidiyor, yaşları ilerliyor, hareketleri
ağırlaşıyor, zaman zaman hasta oluyor bir hafta on gün evden dışarı
çıkamıyorlardı. Böylesi bir günde Yusuf “Hanım bir müsait zamanda
sahile gidelim. Bir iki saat oturalım, deniz kokusunu içimize çekelim,
martıları seyredelim olmaz mı?” dedi. Çok duygulandı Şehrinaz “Olur
Bey, olur. Gideriz” dedi…
Mükemmel bir hava vardı. Güneş güler yüzünü göstermişti.
Önce Yusuf evden çıktı, arkasından Şehrinaz… Ağır adımlarla bahçeyi
geçtiler. Sokakta aşina yüzlerle karşılaşıp selamlaştılar. Sağ
olsunlar hatır soranları çoktu. Şehrinaz “Bey unutmamışlar seni ne
kadar iyi” dedi.
Güldü Yusuf “demek ki kurt kocamış ama maskara
olmamış” diye yanıt verdi.
El ele tutuştular caddeyi geçtiler ve
sahile indiler. Boş buldukları bir banka oturdular. Yusuf bir sigara
yaktı, derin bir nefes çekti… Elini hanımının omzuna attı. Şehrinaz
Beyinin elini tuttu. Bir süre böyle kaldılar. Birbirlerine baktılar,
gülüştüler. Sanki ilk evlendikleri günü yaşıyorlardı. O kadar
mutluydular ki yanlarına kadar gelen martıları bile görmüyorlardı…
Gelen geçenler de vardı, olsun onlar da kendi hallerindeydi…
Yusuf başını Şehrinaz’ın omzuna koydu ve iç cebinden bir
gül çıkarıp uzattı. Hanım bunu senin için aldım. Bugün hem benim hem
de senin doğum günün, tesadüf bu ya aynı zamanda evliliğimin 65 inci…
Devam ettiremedi, boğazı düğümlendi…
Şehrinaz da çantasını açtı
içinden bir demet mor salkım çıkarıp uzattı Yusuf’a, “ben her şeyi
senden bekledim. Ama söyleyemedim. Ama olsun bugüne kısmetmiş” dedi
yaşlı gözlerle.
Birbirlerine sarıldılar, bir süre öyle kaldılar…
Çok geçmeden acı haber geldi. Yusuf ile Şehrinaz aynı gün
son nefeslerini vermişler, bir evden iki cenaze çıkarken, cemaat
olarak sadece görevliler vardı…
Evin penceresindeki levhaya takıldı cemaatin gözleri:
“EVDE KAL ÇOK YAŞA”…
Yazan İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)