Ne oldu gene demeyin, bu başlık ünlü bir sanatçının çok sevilen bir şarkısından geliyor, tamamı şöyle “ Ortalık karıştı, düzen bozuldu yetiş ya Muhammed yetiş ya Ali” ben bu eseri ne zaman dinlesem kendimi huzur içinde bulurum ortalığın karışması, düzenin bozulması sonucu öyle bir yardım çağrısı var ki hem maneviyat hem de rahatlık.
Yetiş ya Muhammed, yetiş ya Ali cümlelerini bu güne adapte etmek istiyorum da bir bakıyorum şu anki yaşam da yetiş diyeceğimiz hiç kimse yok. Ortalığı o kadar fena karıştırmışık, düzeni o kadar bozmuşuk ki bu günki ortamda vallahi yetişecek kimse yok. Ne olacak bu işin sonu diye düşünmekten başka bir şey düşünemez olduk.
Bu arada tam yerine gelmişken kral mihail’in hikayesini herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. Kral mihail, athinganoi kökenli, yani yarı yahudi yarı hıristiyan bir anadolu ailesinden gelmekte olan ve m.s. 820 ile 829 seneleri arasında doğu roma imparatorluğu tahtına oturmuş imparator. amorium doğumlu olduğundan frigyalı ya da amoryalı mihail olarak da bilinir bir zat.
Tam da bugünlere özgü. “Büyük büyük” insanlar, sürekli bir şeyler söylüyorlar. Hangisi maske hangisi gerçek yüz. Kim doğruyu söylüyor, söylediği doğru neye göre, kime göre doğru. “Anlayan beri gelsin!” diyesi geliyor insanın. Herkes bir buhran içinde. Eğer ki insan bir şeylere dokunamıyorsa, içine akamıyorsa, anlaşılmadığını düşünüyorsa, kendisi anlayamıyorsa, iletişim kurmayı beceremiyorsa, artık sözcükleri yeniden düşünmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacı var demektir. Ama bu ihtiyacı karşılayacak olanlar nerede?…
Biliriz ki sözcükler düşüncelerimize hükmeder, şekillendirir. Düşünceler ise duyguları harekete geçirir, davranışlara neden olur. Davranışlar ise sonuçları ortaya çıkarır. Bu nedenle “Kelimeler, tecrübelerimizi dizdiğimiz ipliktir” diyor Aldous Huxley, bu nedenle “Kelimelerin gücünü bilmeden, insanı anlamak imkânsızdır” diye kesin konuşuyor Konfüçyüs. Bu nedenle “Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu” diye soruyoruz sık sık.
Ağzımızdan çıkan her sözcüğün, her tümcenin düşüncelerimizin ‘aromasını’, hayatımızın anlamını, tecrübelerimizi, hakikiliğimizi ele verdiğini aslında çoğumuz biliyoruz. Biliyoruz da meramımızı anlatmakta ya da karşımızdakinin meramını anlamakta neden bu kadar ‘fakiriz?’ İşte bizler bu kadar fakir olduğumuz için çok güzel kullanıyorlar sözcükleri birileri ve yaptırıyorlar istediklerini.
Yazık ki aydınlarımız dahi suskun. Sözcüklerini onlar kadar etkili kullanmaktan yoksun. Durum böyle olunca da Maksim Gorki’nin Ana romanında söylettiği bir söz geliyor akla: “İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne, işte asıl cinayet bu. Utanılacak bir cinayet! Anlıyorsun beni değil mi anne? Halkın ruhunu kurutuyorlar ve hiçbir şey anlamaz hale getiriyorlar.”
İnsanları aldatan ve azmettirenler suçludur aslında ama onlar bunun farkında değiller. Ancak yazık ki tüm bunları görüp de sessiz kalan aydınlar da ayrı bir konu? “Ne olacak bizim halimiz?” diye soruyor herkes, ruhları öldürülürken.
Ya sizin ruhunuz yaşıyormu? gerçekten.!
Bilal Başpınar
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)