Ekonomide Yeşile Dönüşüm mü? Son günlerde özellikle finans kuruluşlarının sıklıkla çevresel kaygıları dikkate alan açıklamalarına şahit oluyoruz. Sürdürülebilir kalkınma modellerinin neredeyse irili ufaklı tüm kurumların gündemine girdiğini görüyoruz.
Bu tarz tartışmaların ülkemizde 30 yıl önce olmasının hayali bile zorken, bugün küreselleşmenin de etkisiyle sosyal mecraların tamamında çevreci veya toplumsal meselelerle ilgili duyarlı söylemler yer alıyor.
Söylemlerdeki samimiyeti bir kenara bırakacak olursak, çevresel meselelerin ekonomik karar mekanizmalarına olan etkisi tahmin edilenin çok üzerinde olmaya başladı. 2009 yılından bu yana yeşil ekonomiye olan yatırımlardaki artışı takip eden pazar araştırmaları kuruluşu Ethical Markets, 2020 yılında toplam yatırımın 10 trilyon Amerikan Doları’nı geçtiğini açıkladı. Sadece yeşil dostu sektörlere (yenilenebilir enerji, yeşil binalar vb.) doğrudan yapılan yatırımı dikkate alan bu çalışmada bir önceki yıla göre yatırımlarda %20’lik bir büyüme olduğu görünüyor.
Önümüzdeki dönemde lojistik, enerji ve tarım sektörleri yeşil ekonominin büyümesinde dinamo görevi görmesi bekleniyor.
Ülkemizde de 2014 yılından itibaren önemli ölçüde yatırım alan yenilenebilir enerji sektörü ve hızla büyüyen lojistik sektörüne rağmen, tarım alanında hala önemli bir gelişim alanı var. Tarımı destekleyici devlet politikalarının içerisinde muhakkak biyodinamik ve sürdürülebilir endüstriyel tarım alanlarına yönelik spesifik teşviklerin yer alması gerekiyor. Çünkü, tarım uygulamalarının gelişmesi ve verimin artışı için inovasyon çalışmalarına kaynak ayırabilecek kurumların sistemde yer alması büyük önem taşıyor. Endüstriyel tarım konusunda örnek gösterilen Hollanda, İsrail ve Yeni Zelanda gibi küçük topraklara sahip ülkelerin uygulamalarını incelediğimizde, tarım destek kredilerinin yarısının teknoloji geliştirme çalışmalarına ayrıldığını görüyorsunuz. Dahası, teknolojiyi geliştiren ve uygulayan yapılar aynı şirket çatısı altında toplandığı için sürecin sürekliliği sağlanıyor.
Kurumların önce söylemlerinde daha sonra stratejilerinde daha çok yer almaya başlayan çevreci ekonomi, faaliyetleri ve girişimleri de etkilemeye başladı. 2019 yılından günümüze dünya genelinde 3.000’den fazla firma tamamen yeşil ekonomi temelinde kuruldu. Yapay zekâ ve endüstri 4.0 uygulamaları sebebiyle iş gücünde meydana gelecek değişimleri tartıştığımız bir dönemde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), önümüzdeki 10 yıl içerisinde yeşil ekonominin 24 milyondan fazla yeni iş imkânı doğuracağını açıkladı. Öte yandan, günümüzde çoğunluğu kömüre ve petrole dayalı işlerden olmak üzere 6 milyon işin yok olacağı ifade ediliyor.
Bu tarz masaüstü araştırmalardan çıkan veriler bize bir ışık tutuyor ancak insanları harekete geçirmek için yeterli olmuyor. Fakat küresel araştırmaların ötesinde kendi çevremize baktığımızda da hayatla ilgili beklentilerde doğanın rolünün nasıl değiştiğini görebiliyoruz. Doğayla uyumlu yaşama olan ilgi nesil ayırt etmeksizin her geçen gün artıyor. Eskiden emeklilik planları arasında yer alan bahçeli bir evde kendi domatesini yetiştirme hayali artık genç yaşta balkon saksılarındaki fidecilik denemelerine döndü. Yeşil ekonomi ve sürdürülebilir bir gelecek, anlatılan konulardan belki de çok daha fazlasını kapsıyor. Ancak, devletler ve şirketler üstü bir konuda öncü adımlar atan yerel işletmelerin süreçten karlı çıkacağını söylemek mümkün. Müşteri kitlesi konudan ne kadar uzak olursa olsun, bulunduğu coğrafyaya ve dolayısıyla dünyaya katma değer sağlayan çalışmaların içerisinde yer almanız orta vadede en akıllıca yatırım olacaktır.
Demekki aklın yolu bir. Sarıyer belediyemizin akıllı binası bu konuda örnek teşkil ettiğine göre, yeşile dönüşüm imkansız değil istek ve arzu ile olur.
Yeşil bir dünyada parlak güneşleri görmek ümidi ile
Bilal Başpınar
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)