Memleketinin hasretini çekiyordu. Öyle ya kaç yıldır
Almanya’da yaşıyor, hem çalışıyor hem de çocuklarını okutuyordu. Rahat
bir nefes aldığında da memleketime gideyim de hasret gidereyim diye
düşünüyordu.
Rize’nin Portakallık mahallesinde doğmuş orada büyümüştü.
Ailesi içinde ikinci erkek çocuktu. Ağabeyi Aycan, kardeşleri Sabit
ve Cahit zaman zaman Rize’de daha çok da Sarıyer’de olurlardı. Rize’de
ana evleri vardı. Onu da muteahhite vermeyi düşünüyorlardı,
kararlıydı “Evet” diyecekti. Bu düşüncelerle Almanya’dan düştü
yollara.
Rize’deydi. Her türlü yeşili bünyesinde barındıran memleketindeydi.
Yeşilin değişik tonları denizin mavisi ile kucaklaşmış muhteşem bir
görüntü oluşmuştu. Vasıtadan iner inmez mis gibi memleket kokusunu
soluyarak rahatlamıştı.
Mahallesine gitti. Eşi dostu gördü, hasret giderdiler.
Dolu dolu anlattı yaşadıklarını. Dağ bayır dolaşıp durdu. Elbette ki
eski mahallesini bulamadı. Evler yükseliyor, yollar genişliyor,
işyerleri fazlalaşıyor, şehir kalabalıklaşıyor, kendi mahallelerine de
köylerden çay üreticileri gelerek arsa, ya da ev satın alarak
yerleşiyorlardı. Bu durumdan herkes rahatsızlık duyuyordu ama kimse
bunu açıkça ifade edemiyordu, zira para her şeyin üstesinden geliyor,
sözü edildiği zaman herkes sus pus oluyordu.
Sadık gününü gün etmiş artık dönecekti. Gereken
hazırlıklarını yaptı. Eşine, dostuna çocuklarına alacakları vardı.
Hepsini tek tek not etmiş, onları almak için Rize çarşısını dolaşıp
duruyordu. Nereden, yani hangi dükkândan neyi alacağını tespit
etmişti. Daha vakti vardı. Batur Morgül’ün dükkânına gitti. Batur
buyur etti, kahvesini de söyledi. Bir süre oturduktan sonra
alacaklarını almak için pazara gitti. Valizlerini Batur’a teslim etti.
Batur müthiş zeki, şakacı, devamlı gülen ama çok
ciddi konuşan, konuştuklarını inandırıcılığı ile doğru imiş gibi kabul
ettiren biriydi. Ama esas işi fırsatını buldu mu en yakını bile olsa
onu en ağır şaka ile ofsayda düşürmekti. Sadık alış veriş için
gidince, Batur harekete geçti. En büyük valizi yanına aldı, dört
yandan kalın iple bağlanmıştı. İpi çözde. Anahtarını maymuncukla açtı.
Bavulun kapağını kaldırdığında koca bavulun çeşit çeşit Çay kutuları
ile dolu olduğunu gördü. Demek ki eşe dosta hediye götürecekti. Kaç
çeşit varsa hepsinden alıp bavulu tıka basa doldurmuştu Sadık. Batur
kahkahayı bastı:
“Sadık Efendi. Şimdi oldu işte!”
Batur, bavulu boşalttı, çayları bir çuvala koyup yan
tarafa çekti, Dükkânın önünde ama karşı kaldırım kenarında terk
edilmiş olan kalın parke taşlarını getirtip bavula yerleştirdi. On
kiloluk bavul otuz kırk kilodan fazla olmuştu. Bavulu bir güzel iple
bağladı ve kenara koydu. İşlem tamamdı. Şildi yapılacak olan,
bavulları otobüse taşımaktı. Bunun da çaresini buldu Rize Birlik
Otobüs firmasındaki dostuna telefon ederek, otobüsün dükkânın önünden
geçmesini rica etti. Onlarda kabul ettiler.
Yolculuk saati yaklaşıyordu. Sadık vedalaşmak
istediği sırada otobüs dükkânın önünde belirdi. Batur dışarı çıktı ve
işaret ederek otobüsü durdurdu. Sonra da Sadık’a:
“Bi dakika, işte otobüs geldi, sen buradan bin,
terminale gitmeye gerek yok” dedi. Tterminale kadar yürümeyecekti,
sevindi. Muavin:
“Siz binin ben yerleştiririm valizleri” dedi. Sadık
Batur ile vedalaştı ve otobüse bindi. Muavin valizleri ve bavulu
yerleştirdi. Bavulu yerleştirirken de akla karayı seçti. Batur’a
dönerek:
“Bu adam bu bavulu taşıyamaz, İstanbul’a indiği yerde
perişan olur” dedi, gülüştüler.
Sadık, dostuna el sallayarak veda etti. Sabahın köründe
İstanbul’a vardılar. Sarıyer tarafına giden yolcuların inecekleri yere
geldiklerinden muavin hemen bagaja koşup valizleri ve bavulu indirdi.
Ani bir refklesle otobüse atladı ve şoför gaza bastı, gitti.
Sadık hemen bir taksi çağırdı. Valizlerini taksinin arka
tarafına yerleştirecek ama şaştı kaldı. Valizleri yerleştirdi ama
bavulu kaldırmaya imkan yoktu. Şaşırdı, hayretler içinde kaldı, bir
türlü anlam veremedi işe! Taksi şoförü sabırsız:
“Hadi amca yüklesene” diyordu ama Sadık oralı değil
burnundan soluyordu. Batur’un bir iş yaptığını anlamıştı ama ne
yapmıştı?
“Kaptan biraz dur bakalım” dedikten sonra bavulun iplerini
çakı ile kesti, kilit ağırlığa dayanamadı yerinden koptu. Bavulun
kapağını açtığı zaman zıvanadan çıktı. Küfür mü edecekti, yaksa
gülecek miydi? Batur bavulun içindeki bütün çayları almış, yerine
parke taşı koymuştu…
Bu olayı ikisi de unutmadı. İlk karşılaştıklarında
gülmekten saatlerce konuşamadılar.
Burnundan soluyan Sadık, “ben sana öyle bir iş yapacağım
ki” dedi ama Batur’un cinliği ile başa çıkamayacağını da biliyordu,
hiçbir şey yapamadı.
Batur bu olayı her Sadık’ın bulunduğu her ortamda zevkle
anlattı. Bu gerçek öykünün iki kahramanı da şimdi aramızda değil
gerçek, dünyalarında. Allah rahmet eylesin.
Keşke Tüm dostluklar böyle olsa!
İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)