Pazarı iple çekiyorduk. Geldi, hazırlandım ve dışarı çıktım. Elimde çöp poşeti dikkatle indim evin merdivenlerinden. Hava nefis, hafif bir sis var, sisin getirdiği esinti ama üşütücü değil. Duvar diplerinde baharın çiçeklerini gördüm renk renk: pembe, sarı, beyaz, mor… Çektim birkaç kare…
Çöp poşetini atarken, bir eksik olduğunu ancak anladım. Meğer maske takmamışım. Dev fıstık çamı altında eve telefon ederek maske istedim. Fevziye getirdi. Ben beklerden gelip geçenlerin selamları ile gülüştük. Ama birbirini tanımakta hayli güçlük çektiğimizi itiraf etmek isterim. Zira yüz kapalı ve başta şapka olunca kişinin tanınması zor oluyor, hele bir de renkli gözlük varsa!
Merdivenlerden inerken Mustafa Varyemez seslendi “Abi bir ihtiyacın olursa bana telefon et yeter, gelir alırım seni, eve bırakırım” dedi. İnsanlık ölmedi “teşekkür” ettim. Merdivenlerden inerken hayli dikkat ettim. Anladım evde oturmaktan yürümeyi nerede ise unutmuşuz.
İlk durağım; Yeni Merkez Camii oldu. Mecburum ilgilenmeye, malum ya cami dernek başkanıyım. Açtım kütüphaneyi, bir iki iş yaptım… Basımı yapılan kitaplarımı gördüm. Okşadım. Günler normal günler değil ki kitaplarımın ne dağıtımını yapabildim ne de elden satma imkânım oldu. Artık Covid- 19 ‘un çekip gitmesini bekleyeceğim, başka çaresi yok.
Gazi Hacı Suat Uysallar Meydanı Sarı Baba Parkındaki ağaçlar yapraklarını açmış, sürgünleri hızla ilerliyor. Her taraf yemyeşil ama parktaki banklar boş, sadece üç beş kişi var, birbirlerinden uzak oturan. Çarşı içinde hareket yok, sokaklar bomboş, Taşiskeleye doğru ilerledim.
Ali kethüda camii onarıma alınmış. Minaresi hayli yan. Etrafını çevirmişler, belki de söküp yeniden yapacaklar, Camii duvarlarını kazıyarak meydana çıkardılar. Beklenmedik bir gelişme oldu. Duvarlar kesme taştan değil, yığma taştan yapılmış meğer. Böyle olunca taşlar numaralanıp, cami yeni den inşa edilemiyor, nasıl yapacaklar bilmiyorum ama devasa tabeladan cami onarımını üstlenen firmanın ismi ve muhammen bedel yazılı. Muhammen bedel olarak 3,5 milyon gibi bir rakam görünüyor.
Taşiskele Parkına yöneldim. Sol tarafta ağaçların altında on onbeş kişi var, sağ taraftaki banklarda da emekli balıkçı reisleri. Kafeteryaya yöneldim. Tabii kapalı, girişte açık alanda Şükrü Denizeri ile Ali Emanetçi. Ali Emanetçi yer verdi bana oturdum.
Gazcı Selim (Bayraktar) geldi, sohbeti koyulaştırdık ama hava soğuk deyip arabasından mont almaya gitti. Tabii kafeteryada bir hayli konuştuk güncel konuları. Ne var ki sisin yayılması havayı biraz soğutunca kafeteryanın ön kısmına geçtik. Dostlar da peşi sıra gelmeye başladı. Beco, Mikro Mustafa, Erdoğan Yıldız, Mehmet Emanet, Ataman aslan, Mehmet Aslan, Semih Kandemir, Mustafa Demirkıran… Köfteci Yusuf’un bahçesinden plastik sandalye alan gelip oturdu. Ama bir metrelik mesafeye de dikkat edildi tabii. Her Hali ile konu koronavirüs… Yat kalk bu…
Bu arada Ege ve Akdeniz”de avlanan Sarıyerli Orkinoscular hayli balık tutmuşlar. Ama Kara Mustafa’nın çektiği havuza bir denizaltı girmiş, denizaltının teleskopu kırılmış gibi bir haber yayıldı.
Kim yapar böyle haberi? Tabii ki Beco…
Hemen harekete geçti Mikro Mustafa (Torlak) ile Şükrü Denizeri, olayın palavra olduğunu öğrenmekte gecikmediler.
Bu arada Mikro “Sana bir sürpriz yapayım” dedi. Umursamadım ama bir dakika geçmedi telefonunu uzattı. Görüntülü, Gerçekten sürpriz yaptı, aylardık yönetmen Hülya Güzel ile görüşmemiştik, özlemişim, hal hatır sorduk, yarenlik yaptık.
Öğle ezanı okununca Gazcı Selim ile hareketlendik, doğru Yeni Merkez Camiine…
Bütün ikazlara rağmen cemaat yapmışlar. Biri imam olmuş namaz kıldırıyor, içeri girmedik. Onlar çıktıktan sonra biz girdik ve aralıklı oturarak namazlarımızı kıldık.
Cami çıkışı Taşiskele parkına yöneldik, Cami arkasına gelince “Tur atalım” dedik ve vapur iskelesine doğru yürüdük. Limanda balıkçı sandalları, hepsi sanki terk edilmiş… Bakım ve temizlikleri yapılmalı.
Atatürk Parkı sakin, park temiz, banklarda insanlar ama seyrek. Herkes kendi âleminde vakit geçiriyor.
İDO iskelesine doğru yürüdük. Buradaki canlılık yok olup gitmiş. Sahil boyu sokak ancak meydana çıkmış.
Mado açık ama içeride polislerden başka kimse yok. Demek ki asayiş için açık tutuluyor.
Kumsalda kısmen kalabalık, ama tabii asla eskisi gibi değil. Burada Aydın Odabaşı’yı selamlaştık. Onlar oturdu biz yürümeye devam ettik.
Bir adam gördük koca bir müzik aleti ile hamasi marşlar çalıyor, meğer 19 Mayıs için hazırlık yapıyormuş. O gün sokağa çıkmak yok bugünden kutluyor 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramını.
Vapur iskelesini ve orduevini geçtik. Eski Şehir Kulübü yine el değiştirmiş ve okul olmuş. Lise önüne kadar gidip döndük.
Yine kafeterya önündeyiz. Biraz daha kalabalığız. İngiltere’den Baygın Yusuf telefon etti ya da Semih aradı Yusuf’u. Hepimizle üç beş kelime konuştu. Sezai Büyükdurmuş geldi, sakal bırakmış, birde maske, tanımakta güçlük çektik.
Kafeterya önü deyiz, ısrarla aralıklı otuyoruz ama karşımızda, yani ağaç altında olanlar küme olmuşlar adeta. Birden bire biri bayan üç polis geldi tabii hemen hareketlendiler, polisler aralıklı oturmaları ikazında bulundular, oturanlar da tabii uydular.
Zaman ilerlemiyor ama oturanlarda tedirginlik başlıyordu. Yakınmalar enteresan. Pazar gününü iple çekenler şimdi can sıkıntısına girdik diyorlar. Yahu nasılda eve alıştık diyerek gidecekleri sinyalini veriyorlar.
İlk önce Gazcı Selim ayrıldı. Sessizce kayboldu. Bir süre daha oturduktan sonra ben de hareketlendim. Ayaküstü bir süre Sezai Büyükdurmuş ile konuştuktan sonra ayrıldım.
Evden telefon “Baba bir yumurtalı pide al, ama Göze’den olsun”. Tamam dedim. Gittim. İki pide aldım, biri pastane gidesi, diğeri normal yumurtalı pide. Geri döndüm, korsan taksi bakıyorum, bekçinin Cemalettin’in oğlu Haluk ile annesine rastladım “Aranma bizim arabamız var, gel senide bırakırız” dediler, Öyle de oldu.
Evdeyiz ve bir koca günü daha arkada bıraktık.
İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)