Son Dakika Haberler

HASRET KALDIK -2

HASRET KALDIK -2
Okunma : Yorum Yap

Hasret, vahlanmadır, inlemedir, özlem çekmedir, kederdir,
İç sıkıntısıdır, üzülüp yanma, kederlenme, kahretme, özlenene
kavuşabilme isteğidir. Yaşadığımız müddetçe “hasret” ile yarış içinde
olacağımız kesin… Öyle ya, neler yaşandı, neler göründü, neler
yapıldı… Bunları tekrar yaşamak kolay olmasa gerek. Bir de hasreti
duyulan olaylar vardır. Mekânlar vardır, muhataplar vardır…

Günümüz teknoloji ve bilgi çağı… Bu çağa ayak uydurma zor
hem de çok zor. Bu büyük zorluklar içinde eskiye dönmek, eskinin
hasretini çekmek daha zor olsa gerek. Zira ne geriye dönüş mümkün ve
ne de eskiyi yeniden yaşamak. Ne kadar hasret çekseniz de artık
Anadolu Kavağı burnu önünden kılıç ağı atan balıkçıların, haziran,
temmuz, ağustos ve eylül ayları içinde, gecenin zifiri karanlığında
gelen gemileri, diğer deniz araçlarını ikaz etmek için “Ağ vaaaar, ağ
vaaaaar Ağğğğğğ” diye defalarca, hançereleri yırtınırcasına
bağırmalarını duyamazsınız. Bu hasretiniz olur.

Sahil boyu voli yerleri vardır… Buralarda balıkçılar
manyat çevirirler… Amaçları balık avlamaktır. Ağlarını attıktan ve
ağın iki ucunu sahildeki balıkçılara verdikten sonra manyatı çekme işi
başlar… Balık varsa ağır ağır gelir ağlar… Dakikalarca sürer ve belli
aralıklarla balıkçıların sesi duyulur: “Yalla da yalla, he yalla,
balık bol olur inşallah”. Bu ve bunun gibi tekerlemeler dakikalarca
devam eder, kenarda/kıyıda bu balıkçıların çabalamasını seyrederdi
toplananlar. Bu hasretlik değil de nedir günümüzde? Bir daha manyat
çekme olayı yaşanabilir mi?

Balıkçılardan başladık devam edelim “Heya Molaya”. Gecenin
zifiri karanlığında ağ döken gırgır takımlarındaki tayfaların ağı
kaldırabilmek için çektiği “Heya Mola”, “Ha gayret” seslerini duymak
olası mı? Bunun da ayrı bir hasret olduğunu unutmak kabil mi?

Düşünün Sarıyer Mesarburnu ve Piyasa caddesinde tur
atıyorsunuz. Bülbül Dalyanı önünde sıra sıra dizilmiş dev orkinos
balıklarını görürsünüz. Durursunuz başında seyredersiniz. Aslında size
yabancıdır bu balık, boğaz insanları için acayip bir yaratıktır.
Bülbül dalyanı orkinos balığının çokça avlandığı bir dalyandı. Bu
balığı o dönemde Musevi vatandaşlar yerdi. Son 20/25 yıldan beri dünya
yiyor artık. Ne İsevi’si, kaldı ne Musevi’si ve ne de Müslüman’ı… Hem
çok leziz bir balık ve hem de çok pahalı. Gelin 45-50 yıl öncesine
gidelim ve tur atalım balıkları gözlerimizin önüne getirelim ve
şimdiye gelelim. Orkinosu kurbanlık koyun gibi rıhtım üzerinde
sergilenirken görmek istemez misiniz? İşte buna şimdilik imkân yoktur
ve bu hasretimizi gideremeyiz.

Hadi balıkla başladık balıkla devam edelim. Akşamcıların
sofralarını en çok süsleyen mezelerden biri Çiroz’du. Çiroz, uskumru
ailesindendir. Nisan, Mayıs ağlarında avlanır ve bir güzel
temizlendikten sonra sergilenerek kurutulmaya terk edilir.
Rumelikavağı Çirozculuğun merkezlerinden biriydi. Her sene
çirozculukta lider olurdu Rumelikavağı. Bütün R. Kavak sırtları,
yamaçlar, güneş geren her boş alan çiroz sergileri ile dolardı. Sonra
Yenimahalle ve Sarıyer… Bütün sırtlar çiroz sergileri ile kaplanırdı…
Şimdi ne kadar arzu edilirse edilsin, çirozculuğun hasretini çekeriz.

Osmanlı Çileğini hatırlar mısınız? Hani koyu sarıdan
kırmızıya doğru ilerleyen, yuvarlak bir çilektir. Ama yüzlerce metre
uzaktan nefis kokusu ile insanı mest eden bir çilek türü. Artık bu
çileği görmek ve o kokuyu teneffüs edebiliyor muyuz? Bunun hasretini
çekmiyor muyuz? Yine de bir küçük bilgi: İstinye Sağlık Ocağı’nın
bulunduğu camii önünde bir vatandaş mevsiminde Osmanlı çileği satıyor.
Hasret giderebilirsiniz. Bu çileğin merkezi, Arnavutköy sırtları,
İstinye sırtları, Sarıyer’in Sarıdağ bölgesiydi. Ne var ki imar ve
ranta kurban gitti…

Çileği terk edip Zekeriyaköy’e uğrayalım. Alalım tarladan
bir karpuz vuralım bıçağı, bakalım tadına. Ama buna da imkân yok. Zira
Zekeriyaköy köy olmaktan çıktı, şehir oldu. Tabii ki imarla tarlalar
da yok oldu. Gel de şimdi bal kutusu Zekeriyaköy karpuzunun hasretini
çekme?

Boğaziçi denildiğinde bir başka dünya içinde bulurdu
insanlar kendilerini. Boğaziçi deyince akla Büyükdere, Tarabya,
Kireçburnu, Yenimahalle kısaca Sarıyer gelir. Üç-dört aylığına
kiraladıkları evlerde kalırlardı. Artık yazlıkçı olayı da yok ve
beylerini, çocuklarını vapur iskelesine giderek karşılamak isteyen
aileler de yok. Gel de o günleri özleme…

Faytonlar, briçka arabaları ve ekabiranın bu arabalarla
tur atması… Yeni evlilerin çok zamanda nişanlı çiftlerin fayton
arabası ile gezmeleri de ayrı bir zevkti. Faytonu kullanan arabacının
kalabalıkta kırbaç şaklatması aman yarabbi ne kadar haz verirdi
insana. Arabacının kasım kasım kasılması görülmeye değerdi. En meşhur
kamçı sallayanlardan biri Kadir Ağa diğeri de Çakal Nuri idi…

Piyasa Caddesi Büyükdere’den başlar Bülbül Sokağa kadar
gelir. Buradan Mesarburnu Başlar Sarıyer Vapur iskelesine kadar devam
ederdi. Bu iki cadde üzerinde ve sahil boyu gidip gelmeleri “Piyasa”
yani düzenli bir şekilde volta atma (Gidip gelme) dır. Akşamları
aileler tuvaletini yapar, en iyi elbiselerini giyer ve kendilerini
dışarı atarlardı. Bu gidip gelmeler saatlerce devam eder, komşular
birbirleri ile günü değerlendirirlerdi. Tabii ki gözledikleri isimler
de olurdu. Örneğin Pilot Nejat! Yani Nejat Uygur! Nejat’ın gençlere
yaptığı anormal şakalar ve halkın gösterdiği büyük ilgi. Tabii birde
Şekerci İbrahim vardı (Akdoğu) Gel de bu iki Sarıyerlinin hasretini
çekme…

Mehtap müthiştir Eylül ayında… Saat 22.00 ile 01.00
arasında gözler Şekerci İbrahim’i arar durur Piyasa caddesinde.
İbrahim banklardan birinde oturur, yanında bir şişe vardır, rakıdır,
konyaktır, votkadır ama içkidir. Bir küçük kese kağıdı, içinde çerez
vardır. Ya da bir paket çikolata! İbrahim mehtabı seyreder ve
kendinden geçer. Adeta mehtapla konuşur. Bir ara bulut gelir mehtabı
kapatır. Hiddetlenir ve suçluyu bulur; Amerika… Hemen hicveder/taşlar:
“Aya Amerikan Bayrağını diktiniz/Mehtabın da içine ettiniz”… Bulut
gider, mehtap kendini gösterir ama şu Sarıyerli veletler yok mu
durmazlar ki… Gelirler oturduğu bankın arkasına birbirleri ile
dalaşırlar. Bir tek bisiklet var, iki kişi binecek. Sen ben kavgası
yaparlar. Bir türlü karar veremezler, havası kaybolur İbrahim’in
hırsla ayağa fırlar ve çocuklara bakar, iki tane ufak çocuk görür.
Bağırır; “Ulan ikinizde tüy siklet/Aldınız bir bisiklet/Biriniz binin,
biriniz inin/Sonra da siktirin gidin.” İşte böyle! Gelinde, o eski
espri dolu günlerin hasretini çekmeyin

Neyse! Bugün bu kadar diyelim, yarın yine devam ederiz.

Yazan : İbrahim Balcı

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)