Yaşanmış ve geçmişte kalan her şeye Hasret Kalmak aslında
özlem duymaktır. Özlenen ve özlemini giderecek zamanın geri gelmesini
umutsuzca beklemektir hasret kalmak. Çocukluğumuzdan gençliğimizin
tavan yaptığı yirmili yaşlara gelinceye kadar yaşadıklarımız
unutulabilir mi? O yıllarda benimsediğimiz ve çok sevdiğimiz olayları
yenide yaşamak olası mı? Elbette ki hayır! O halde şöyle
yaşadıklarımızı bir gözden geçirelim bakalım nelerle karşılaşmış,
neler yapmışız ve nelere hasret kalmışız.
Yedi sekiz yaşlardan yirmili yaşlara kadar nelerle
karşılaşmadık ki. O yaşlarda hep oyun, hep oyundu arzularımız. Ama ne
oyunu olursa olsun. Evin önünde, okulda, kırda bahçede ve bayram
yerlerinde!
Yalnız olduğumuzda da arkadaşlarla birlikte olduğumuzda da
bir oyunun içinde bulurduk kendimizi. Ama kaydırak, ama seksek ya da
bir başka oyun. Hangi oyun oldursa olsun saatlerce oynanır bittiğinde
gözlerimiz gibi yüreklerimizde arkada kalırdı.
Hiç unutamadığımız ve her zaman aklımıza gelen, çocukta
olsak, delikanlı da olsak aklımızdan çıkaramadığımız bir oyundur
uçurtmak uçurmak… Büyüklerimizin renkli renkli kâğıtlarla yaptığı
uçurtmaların kuyruklarını oluşturan bol ve göz alıcı renklere bakmak
ayrı bir zevkti. Onlarca uçurtmanın bir arada Havantepe’den, Kahve
Bahçeden (Maden), Duatepe’den, Hisarüstü’nden, Koru’dan ve Sarıdağ’dan
uçurulmasının zevkine bugün varmak olası mı? Hiç zannetmiyorum.
Uçurtma rüzgâr ister. Rüzgârla beraber uçurulur en yükseğe çıkan
uçurtmanın sahibi çalımı kimseye bırakmazdı. Günümüzde çeşitli çeşitli
renkte ve naylonda yapılan uçurtmalar varsa da eski havalarında
değiller maalesef. Uçurtma uçurmanın hasretini şimdi duymuyor muyuz?
Sokakta ve evin önünde, cadde de ama yaya kaldırımında,
hele yol tenha ise yapılan ilk şey kareleri çizmek ve kaydırak oynamak
değil miydi? Daha çok kızların oynadığı bir oyun olarak belleklerdeki
yerini korur kaydırak. Kaydırağın da ayrı bir Hasretliği vardır
şüphesiz.
Erkek olsun kız çocuk olsun seksek dediğimiz oyunu oynamak
günlük eğlencelerdendi. Şimdi böyle bir oyunu oynayana hiç
rastlamadım, bu oyun da belleklerimizde, Hasret duyulacak bir oyun
olarak kaldı.
Yazın semt sahalarında özel maçlar oynanırdı. Bu maçlarda
çocukların testi ile su satması, oyun değilse de ailenin geçimine
mükemmel bir katkıydı. Bu satırların yazarı da Sarıyer sahasında testi
ile su sattı. Bardağı 1 kuruş, sonraları 2,5 kuruş (kertikli bir
kuruş, delikli sarı iki buçuk kuruş). Günümüzde böyle bir olay olur
mu? Olmaz tabii ki her şey modern oldu, testi ile su satmak da çok çok
gerilerde kaldı.
Körebe mükemmel bir oyundu, dakikalarca devam eden,
güldüren bir oyun, şimdi böyle bir oyundan kimsenin haberi bile yok.
Ebe olanın vay haline, ebelikten kurtulabilmek için neler çektiğini o
oyunu oynayanlar bilir.
Cicöz oynamakta çok oluyordu. Delikli bir cicoz ipe
geçirilir sonra ipin ucu bağlanır. Ebe kimse ortaya geçer, ipin
etrafında olanlar da “al cicozu ver cicozu işte cicoz geliyor cicöz”
bağrışları altında cicozu elden ele çevirirler. Ebe o cicozu bulana
kadar uğraşır, bulduğun ise kimin önünde ya da elinde buldu ise o ebe
olur oraya geçer. Zevkli bir oyundu.
Mile oynamak. Erkeklere mahsus bir oyundu. Duvar dibine
avuç içi kadar çukur açılır ve belli bir uzaklıktan bu çukura eldeki
mileler atılır. Çukura girenler mileler sayılır. Sıradaki kişi gelir
o da atar onunki de sayılır, kim fazla mileyi çukura atmışsa, diğer
milelerin sahibi olurdu. Bu biraz da çocukları kumara teşvik gibi
göründüğünden büyükler kızar bağırırlardı.
Bayram eğlenceleri! Bayram kurulurdu belirli yerlerde.
Bayram günleri çocukları bayram yerini doldurur bayram süresince
eğlenirlerdi. Fayton arabaları ile gezme, beygir ve eşeklere binerek
Sarıyer içinde tur atmak, cambazları seyretme, çeşitli oyunlar
oynamanın zevkine varılırdı bayram boyunca.
Eskiden en önemli oyunlardan biri Topaç çevirme idi. En
iyi topaç şimşir ağacından olandı. Kaytan bir güzel topacın kabara
kısmından sarılır ve sonra hızla atılır, kaytan aniden çekilerek topaç
sert zemine vurur ve kendi etrafında hışımla dönmeye başlar. Kimin
topacı çok dönecek saatlerce bunun tartışması yapılırdı.
Çelik çomak oyunu da vazgeçilmez oyunlardan biriydi. Bu
oyuna eskiler met değnek de derlerdi. Bu oyun iki kişi arasında da
oynanırdı çok kişi ile de. Çomak uzun bir sopadır, çelik ise bir karış
kadar veya biraz daha uzun bir sopadır. Çomakla çeliğe vurulur ve ne
kadar ileri giderse o kadar başarılı olduğu sayılırdı. Zor bir oyundu,
büyük ustalık isterdi ama fevkalade başarılı olanlar vardı. Günümüzde
bu oyun unutuldu gitti, hasretini çekmemek elde değil.
Delikanlılar palazlandığı zaman uzuneşek oyunu oynarlardı.
Bu oyun da zor oyunlarında biridir ve zahmetlidir. Bir de güvercin
takla oyunu vardı oynanan, Dört kişi eğilir kafa kafaya verir ve
atlayacak olan uzaktan koşarak gelir, dört kişinin üzerinden takla
atarak öteki tarafta ayakta yere iner. Bu da kolay olmayan oyunlardan
biriydi, bu oyun da uzun yıllardan beri oynanmıyor.
Denizde yüzme, Yüzme elbette ki oyundan çok denize girip
serinlemedir ama oyanları da vardır. Birbirini batırma. Güçlü olan,
karşısındakini kafasından bastırır ve denize girmesini sağlar, bunu
birkaç defa tekrarlayabilirse, rakibini pes ettirir. Zira direnmesi
demek yorulması, bitkin düşmesi, hatta deniz suyu yutması demektir.
Yine belirli bir noktaya kadar yüzerek yarış yapmak, iyi atlamak, daha
yüksekten atlamak gibi oyunlar oynanırdı. Sarıyer’deki en önemli deniz
oyunu ise Taşiskeleden karşıya yani Umuryerine gidip gelmekti. Her
sene tekrarlanan bir şeydi bu. Bilhassa rüzgârsız havalarda karşıya
gidip gelmek yani kısaca 3 ya da 3,5 kilometrelik yeri yüzerek gidip
gelmek yarış değilse de mükemmel bir mücadele örneği idi.
Günümüzde bu oyunların hemen hemen hiç biri yok. Hepsine
HASRET KALDIK diyebiliriz. Zira günümüzdeki oyunlar daha çok
teknolojik oyunlar. Luna Parklardaki makine oyunları, dönme dolaplar,
arabaları çarptırma vesaire. Bilgisayarlarda bin bir çeşit oyun. Hiç
birinin çok önemli bir esprisi yok. Hatta esprileri hiç yok. Zira oyun
dendiğinde kalkılmalı ve oynanmalıdır. Masanın başına geç,
bilgisayarın, cep telefonunu aç, indir bir oyun oynamaya başlaı.
Hiçbir beden hareketi yok ve bunlar insanı bedeni için yararı olmayan
oyunlar. Bebeler de büyükler kadar hastalık haline gelmiş bilgisayar
oyunları oynuyorlar. Bu alışkanlığın önüne de geçilemiyor. Evde, işte,
otobüste bebesinden, yetişkinine, nenesinden dedesine kadar herkesi
bir hastalık sardı ki sormayın. Otobüste, vapurda, minibüste eller
bilgisayar tuşlarında geziyor ve puan topluyorlar… Yani oyun
oynuyorlar…
Doğrusu olan OYUN’ DUR. Zaten biz de onu oynuyoruz. Zaten
hayatımız OYUN değil mi? Bizler bu oyunun figüranlarıyız… ESKİ
OYUNLARA HASRET KALSAK DA YENİ OYUNLARDAN NEFRET ETSEK TE, TEKNOLOJİ
VE BİLGİ ÇAĞINDA FİGÜRANLIĞIMIZ DEVAM EDECEKTİR.
-SON-
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)