Dernekler toplumun dinamiğidir. Bunu kabul ederiz zira aksini ispat edecek gücümüz yok. Olsa ne yazar ki! Sarıyer’de en önemli dernek Sarıyer Spor Kulübü’dür. Her türlü siyasi görüşün dışınadır. Görev alanlar hizmet için geliyor, siyasilerden de yararlanma yollarını arıyorlar. Bundan tabii bir şey olmaz. Ama yine de ağza alınmayacak şekilde, yaptıkları hizmete destek verenlere çatanlar var. Ne yapalım böyle şeyler de oluyor, olacak da! Sarıyer S. K. Sarıyer’in ismini İstanbul’da, Türkiye’de değil Yurtdışında bile duyuran bir büyük dernektir. O nedenle her Sarıyerlinin sahiplenmesi gerekir.
Asla hafife alınmaması gerekir Sarıyer Spor Kulübü zira 25 çalışanı, 30 profesyonel futbolcusu, 10 teknik elemanı ve ayrıca 150 den fazla amatör futbolcusu ile bir büyük işletmedir. Üç büyük binası, iki halı sahası ve antrenman yaptığı kendisinin de olmasa (Sarıyer Belediyesine ait) iki çim antrenman sahası ile örnek bir kulüptür. Her teknik eleman Sarıyer’de görev almak ister, profesyonel çok futbolcunun gıpta ettiği bir kulüptür. Sarıyer S. K. bünyesinden 30’ dan fazla antrenör ve teknik direktör çıkmıştır. Sezon başı görev alan kim olursa olsun, kendilerine sıranın gelmesini bekleyen teknik elemanlar vardır ve hepside apikoda beklerler.
Diğer dernekleri sayarken Sarıyerliler Derneğini yani SA-DER’i öne alırız. 1992 de kuruldu, o günden bu yana başarılı bir şekilde çalışmalarını devam ettiriyor. Sarıyer kazası içindeki dernekler arasında taşınmaza sahip olan tek dernek olmanın gururunu yaşıyor. Üç beş dalda faaliyetleri var. Zaman zaman aksamalar oluyorsa da o kadar kusur kadı kızında da olur diyoruz. Başkanı 15 yıldan beri Hayati Kaptanoğlu. Gerçekten çok emeği var. Takdir etmek lâzım! Destek verenlere de tebrikler deriz ve devam ederiz.
SA-DER ile aynı binada Sarıyer Atatürkçü Düşünce Derneği var. Başkanı Fahrettin Serdaroğlu. Bizde üyeyiz. Çağırdıklarında gideriz toplantılara, bir şey gerekirse yaparız. Fahrettin Hoca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahip! Onun da başı Tahsin Salihoğlu ile dertte. Zira küçük yönetim odasından biraz büyük yere taşınamadığı için anlaşamıyorlar. Tahsin Bey masrafın bir kısmını ben karşılarım diyor, Fahrettin Hoca ye sen ölürsen biz ne yaparız, nasıl karşılarız diyor ve konu kapanıyor. Sarıyerli Sporcular Derneği. Merkezi Yenimahalle Caddesi üzerinde! Fazla bir faaliyeti yok, sadece bir araya geliniyor. Sarıyerli Taraftarlar Derneği çok iyi niyetle kuruldu, gazete bile çıkardı ama sonuçta kişilerin egolarına ve hırslarına mağlup edildi ve gerçek havasından uzaklaştı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Sarıyer Şubesi Zekeriyaköy’de. Mensupları çok faal kimseler, çoğu hanım. Hele başkanları Gül Hanım, mükemmel bir hanım ve çalışkan. Sarıyer Taşiskelesi Balıkçıları Derneği çok iyi niyetle kuruldu, zar zor yaşamaya devam ediyor ama her halde bu sıralar yaşamı sona erer. Çünkü genel kurulu bile toplayamıyor. Zaten son dört beş yıldır Arif Odabaşı tarafından tek başına yönetiliyor. Eskiden çok faal olan Sarıyer Avcılık ve Atıcılık Kulübünün şimdi yerini bilen yok! Sarıyer Ali Kethüda Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Sarıyer Yeni Merkez Camii Derneği ve hemşeri dernekleri ile birlikte pek çok dernek var Sarıyer merkezde. En hareketli derneklerden biri de Sarıplatform Derneği. Hayli etkinlikleri var. Dernekleri de bir kenara bırakır, biraz eskiye anılara ve unutulmaz olaylara dönelim. Bakalım neler olmuş?
Sevdalar vardır çeşit çeşit! Her sevda bir büyük hastalıktır, acıyı, elemi beraberinde getirir. Sevdanın mutlulukla sona ermesi, ölü bedenin diriltilmesi kadar zor bir şeydir. Günümüzde Hz. İsa yok ki körü görür yapsın. O mucizeyi göstersin! O halde sevda beraberinde ölümü getiren vazgeçilemeyen esarettir. Yakalanan yanar. Aynı Güllüpeştemallı Esat gibi. Yani bir diğer lakabıyla Gülle Esat gibi!
Gülle Esat ile Mualla Sevda ateşine yakalandıklarında en güzel çağlarındaydılar. Sarıyer’de uçan kuş bile gıpta ile ikiliyi izliyordu. Bu kadar inandırıcı ve bu kadar masum bir sevdanın sonunun neye varacağını da merak etmiyor değillerdi. Birkaç yıl devam etti sevdaları. Sonra askerlik durumu çıktı ortaya. Gülle Esat bir an evvel askere gitmeyi ve gelince de sevdası ile evlenmeyi kafasına koymuştu. Görüştüler anlaştılar ve askere gitti Esat. Bir zaman sonra Sarıyer’de Canlı Balıkta bir düğün. Mualla’nın ailesi de düğüne davetli! Mualla gitme yanlısı değildi düğüne ama ailece gidilince o da gitti. İlerleyen saatler her şeyi değiştirdi. Bir yakışıklının dansa davetine olur vermesi her şeyi batırdı, berbat etti. Bir iki üç derken, geç saatlere kadar dans etti Mualla yakışıklı subayla. Güzel sözler ve referanslara karşı koyamaz oldu. Bir ürperti girdi içine! Demek ki aşk buymuş diye düşündü ve Esat’ı aklına getirmeden bu subay ile arkadaşlığını devam ettirdi. Artık aklında Esat yoktu, yeni bir sevdaya yelken açmıştı. Esat terhis olup geldiğinde her şeyi öğrendi, inanmak istemedi. Israrla Mualla ile görüşmek istedi. Nihayet “Peki” dedi Mualla bir araya geldiler. Esat durumun ne olduğunu öğrenmek istedi. Mualla ters yanıtlar verdi, evlenmelerinin söz konusu olamayacağını bir başkasını sevdiğini söyledi. Esat’ın ısrarlarının yararı olmadı ve böylece bu sevda sonlandı. Evet! Sonlandı ama sonu nasıl oldu? Esat birkaç gün sarhoş gibi gezdi, sonra sevda denizinde kaybolduğunu, denizin derinliklerinde aklının yittiğini hissetti. Artık hisleri kaybolmuştu, biç bir şey görmüyor, duymuyor, hissetmiyordu. Tek şeye odaklanmıştı; yaşam niye? Yaşamak kimin için? Bir gün evden amaçsız bir şekilde çıktı. Yalınayaktı, üzerinde kısa kollu bir mintan, bir de pantolon vardı. Hızla yürüdü evin önünden sonra kurşun hızı ile koşmaya başladı. Yarış atı yetişemezdi Esat’ı. Hem koşuyor hem de “Ben ölüyorum, ben yandım” diye bağırıyordu. Bu hızla sokak aralarından geçti. Tanıyanlar bir anlam veremedi. Ter saçlarının dibinden fışkırıyor ayaklarından sızarak toprağı ıslatıyor. Bu hızla dereyi geçti. Çarşı içindeki son köprüyü geçtikten sonra deniz kıyısına doğru koştu. Kızaklar ve çekekler arasından mani atlar gibi geçti ve “Ben ölüyorum, ben öldüm, ben yandım” diye bağırarak denizin soğuk sularına bıraktı kendini. Aslında çok iyi yüzerdi. Ama denize atlamış bir daha görünmez olmuştu. Sanki ısrarla denizden çıkmak istemiyordu! Sabahçı kahvesinden tanıyanlar koştu ve denize atlayıp çıkardılar Esat’ı. Esat tanınmayacak gibiydi. Çok su yutmuştu… Ama nefes alıyordu, hemen hastaneye kaldırdılar. Esat adeta kurtulmak için değil, ölmek için mücadele ediyordu. Sonuçta ancak bir iki gün yaşatılabildi ve Sarıyer’in yakışıklı delikanlısı Sevdasına yenik düşerek ruhunu teslim etti. Mualla da Sarıyer’i terke etti.
Sarıyer’e sevda denizi denmesinin bir nedeni de bu tür olaylar olmasıdır. Daha önce de böyle bir olay olmuştu. Sarıyer’in çarşı içinde ve bugünkü Güvenal -1 Kasabın bulunduğu binada oturan Basmacı ailesinin kızı Rahile 12 ya da 13 yaşlarında idi. Okuldaki öğretmenine sevdalandı. Öğretmeni temiz duyguları ile her öğrenci gibi Rahile ile de ilgileniyordu. Ama Rahile bunu başka anladı ve öğretmenine sevdalandı. İki-üç yıl devam etti. Karşılık göremedi. Annesi babası kızlarını hasta sanıp doktorlara götürdüler çare bulamadılar. Rahile için günler sayılıydı. Odasın kapanıyor saatlerce kalıyor, yemek bile yemiyordu. Nihayet bir gün en yeni elbiselerini giydi, makyajını tamamladı, aynanın karşısına geçip seyretti kendisini doyasıya ve sonra da evdekilere görünmeden çıktı. Çarşı içinden Taşiskeleye doğru yürüdü. Balık satıcıları, Sarıyerli esnaf Rahile’yi gördüler ama bir anlam veremediler bir genç kızın erkeklerin yoğun olduğu Taşiskele’ye gelmesine! Rahile’nin gözleri kimseyi görmüyordu. Yürüdü, yürüdü, yürüdü! Görenlerin şaşkın bakışları arasında Taşiskele’in en uç noktasına kadar gitti. Biraz soluklandı. Sağa sola baktı ve ilk kez giydiği yeni ayakkabılarını çıkarıp bir kenara koyduktan sonra kendini denizin soğuk sularına bıraktı. İntihar etmiş, sevda ateşi ile birlikte yok olup gitmişti. Bütün Sarıyer çalkalandı ve nihayet odasındaki an defteri her şeyi açıkladı: “Öğretmenime sevdalandım ama söyleyemedim. O da anlayamadı. Madem sevda ölümle biter, istedim öyle olsun”.
İşte Sarıyer ‘de tur atarken bütün bunları da yaşamak zorunda kalıyor insan. Ne yapalım mademki gezip dolaşarak Sarıyer’i yazacağım, bu tür olayları da kayda geçmekten geri kalmayacağım.
Her gün uğradığımız yer Taşiskele’dir. Küçük liman biraz büyütüldü. Artık etrafta kızak ve çekek yok. Dolaysıyla küçük sandal ve kayık yok. Olanlar da kayık değil büyük tekne. Bir bölümü de gezi tekneleri. Büyüğü var, küçüğü var. Bu teknelere Arif Odabaşı kumanda ediyor, malumda dernek başkanı. Ama 2012 de dernek faaliyetleri askıya alınmış durumda, bu nedenle sözü de geçmiyor gibi! Gezi tekneleri hemen her gün, tabii ki müşterisi olduğunda Büyükliman plajına adam taşıyorlar. Hiç masraf yapılmadan gelir getiren bir yer. Her ne kadar sahibi varsa da sahiplerin etkileri yok. Zira askeriye burada hâkim. Taşiskele işgal altında. Zira büyük balıkçı tekneleri, her biri 35-40 metre ya da daha büyük. Limanın mendireğini işgal etmişler. Dört-beş tekne yan yana geldiğinden başka, ikinci sırada yapılıyor böylece işgal tamamlanıyor. Sarıyer’in liman tarafı, kumsal tarafı boğazı yeteri kadar göremediği gibi rüzgârdan da yararlanamıyor. Yenimahalle tarafından ise Sarıyer vapur iskelesi, Büyükdere, Kireçburnu, Tarabya ve Yeniköy taraflarına görme imkânları olmuyor. Zira tekneler perde örmüş oluyorlar. Durumdan herkes şikâyetçi ama sahipleri eş dost olunca şikâyetler kendi aralarında kalıyor. Fazla bir şey söylemeye gerek yok. Balıkçılar için düşünce her yer onlarındır.
Balıkçılık ve balıkçı Reisleri! Artık eski reisler meydanda yok. Hepsi çekilip gittiler bu dünyadan. Alamana kayıklarının direklerine çıkarak sabaha kadar deniz-domuz demeden balık arayan, gördüğünde mola eden reisler yok! Genç reisler var. Onlar balık görmezler, gerek görmezler görmeye. Olar için teknoloji yeterlidir. Her balıkçı takımında iki üç çeşit radar var. Radar balığı gösterir, reislere balığa mola etme düşer… Tek tek reisleri saymaya gerek yok. Genç reislerin hepsi de işini bilen reisler. Balıkçılıkta teknoloji o kadar ileri düzeyde ki yakaladıkları balıkların tüm gelirini teknoloji için yatırsalar yine de yetmez! Yine de bir iki takım saymak gerekirse; Habib Reis (Yavuz ve Habib Reis), Coşkun Kardeşler (Pomak İbrahim ve Şaban Reis)), Denizer(İsmail Kurşun), Hacı Orhan Çınar (Murat ve Haldun Reis), Nursu (Muhsin ve Ahmet Reisler), Osman Çınar (Sinan ve Kenan Reisler), Torlak Reis- 2 (Migro Mustafa ve Cemal Reis), Torlak Kaptan (Yunus Reis), Torlaklar- 2 (Ömer, İlyas, İbrahim Reis), Hacı Ahmet Reis (Bülent ve Maksut Reis), Avcı Kardeşler (Ömer ve Metin Reisler) ve diğerleri…
Sarıyer’de küçük balıkçılıkta var. Uzatmayla giderler, volicilik yaparlar, trolla avlanırlar, olta ile geçimlerini temin etmeye çalışırlar. Saymaya kalksak yeni bir kitap yazmak gerekir. Ama çok meşhur bir oltacıdan bahsetmek isterim. İnceiş Ahmet (Demircan)oltacılıkta ismi Sarıyer’in dışına çıkmış adeta efsane haline gelmiş bir yaman oltacıdır. “Denizde balık olsun, Ahmet onu bulur alır” derler. Kendisinden bu kadar emin bir oltacı az bulunur. Balık nerede kendini gösterirse İnceiş Ahmet oradadır. Balığı tespit ettiğinde aylarca başından ayrılmaz. O nedenle evinden çok kayığında yatmıştır. Böyle olmasaydı bütün İstanbul oltacıları ona “Efsane Oltacı” der miydi? Yenimahalleli Erol Darcan da iyi oltacılardandır. Kendisinden emin bir oltacıdır. Ekmeğini iğnenin ucu ile kazandığı için, hemen her gün balık peşinde koşar. Denizde çaparisine, oltasına ne takılırsa onu alır ve geçimini temin eder. Başka yok mu elbette ki var. Hele palamut mevsiminde oltacıların sayısı çok daha fazla olur. Çünkü en kolay oltacılık, palamut çaparisi ile yapılan oltacılıktır.
Balıklar da nazlandı mı ne? Sarıyer kıyılarında yengeç bile yok. Orkinos Sarıyer dalyanlarının en çok yakalanan balığı idi o da kayıplarda! Neden acaba? Neden olacak balık neslinin tükenmesi için çevre kirliliği, deniz kirliliği, yanlış avlanma, yasak dinlememe, trol çekme gibi ne kadar yanlışlık varsa hepsi peşi sıra yapılıyor da ondan! Bunu da geçelim, uzmanı değiliz ki! Ama şunu da belirtelim: Anlı şanlı reisler der ki: her gün binlerce kişi olta avcılığı yapıyor. Bir kişi bir kilo balık tutsa, on bin kişi on bin kilo balık tutar ki bu da büyük kayıptır. Balığın tükenmesine yol açar! El insaf deriz, kendilerine yonttuğunu belirterek başka konuya geçeriz.
Her yerin dedikodu kumkumaları vardır. Sarıyer’de yani merkez Sarıyer’de de bolca bulunur. İşleri güçleri geleni-gideni, eşi-dostu, cananı-canı, yarı-yaranı çekiştirmektir. Hele konu siyasetçe hangi siyasi yelpazede yer alıyorsa en başarılı o dur. O siyasi partinin karşısında olan vatan hainidir. Enteresan olan her yerde olduğu gibi bir masa etrafına toplananların parti münakaşaları daima AKP aleyhinde olur. Verip veriştirirler, demediklerini komazlar ama sandığa gittiklerinde kazanan yine AKP olur. Nasıl oldu diye sorulduğunda muhataplar pişkin pişkin güler ya da susar hiç oralı olmaz!
Sarıyer’de nerde ise eski Sarıyerli kalmadı desek yeridir. Zaman zaman cenazeleri geliyor. Bir tane tanıdık yok gelen yakınları arasında. Soruyoruz öyle öğreniyoruz eski Sarıyerli olduklarını. Zamanında terk etmişler Sarıyer’i, öldüklerinde getiriyorlar ve aile kabristanında toprağa veriliyor. Sarıyer’i son terk edenlerden biri de Arnavut Ziya (Erimli). Kızlarının hasretine dayanamamış ki Eyüp’e transfer etti. Aydan aya geliyor, ev kirasını alıyor yine Eyüp’e gidiyor. Yaşı da 88 yani dalya demeye çok kalmadı, sağlığı sıhhati yerinde. Agamaca Mustafa (Saka) Maşallah o da 89 ya da 90. Dipçik gibi! Sağlıklı ve yaşama savaşında iddialı. Her zaman ki güler yüzü ile hatır sorar verir selâmını gider. Kayıplardan biri de Deli Sait (Canel). İki hanım eskitti. İkisi de meme kanserinden gitti son yolculuğa! İşe bakın ki ikisi de aynı memeden hasta oldular, aynı şekilde gittiler. O da Deli Sait’in şanssızlığı. Deli Sait de rahatsızlığını yenemedi… Yürümeye gücü olmayınca huzurevine yatırıldı. Orada günlerini tüketeceğe benziyor. Gidip ziyaret ediyoruz aklı başında, tanıyor, konuşuyor, şakalaşıyor ama yürüyemiyor. Ne yapalım yapacağımız fazla bir şey yok! Bir duble rakı içse kendine gelecek ama!!! Geliyoruz bir diğer Sarıyerliye Munto ya da Fofo Mustafa (Kocamaz). Daha önce biraz bahsettik, o da huzur evinde! Hanımlardan da var huzur evinde gün sayan! Allah ne huzurevlerini eksik etsin ve ne de insanlarımızı bu evlere muhtaç etsin. “Amin” deriz ve devam ederiz ama Poyrazlı İsmail Dayı’yı da unutmayız. Yaş 96 hala aklına kumanda ediyor, sağlığı, sıhhati yerinde.
Sarıyerli pek çok hanım patron var. Kadriye işini tasfiye etti gitti. Hülya Cömert, onca ağır darbe yemesine karşın şirketini kurtarmayı bildi. Yine işinde iddialı ve devam ettiriyor. Arkadaşımız Kanlı Adnan’ın kızı. Mükemmel tahsil etti. Üniversite bitirdi, evlendi ama iyi gitmedi ayrıldı, İşini kurdu, toparlandı çok iyi duruma geldi. İkinci evliliği Sarıyerli Adnan’la yaptı! Hay Allah kahretsin keşke yapmasaydı bu evliliği! Adam koca değil, düpedüz dolandırıcı çıktı ve el altından yaptığı atraksiyonlarla hanımını çok güç durumlara düşürdü. Milyarlarca borç bırakarak ortadan kayboldu, hala meydanda yok! Matematikçi olan Hülya Hanım, bozulmadan, güçlükleri yenerek, pek çok mal varlığını kaybetmesine rağmen hem borçlarını ödedi ve hem de şirketini kurtardı. Kızı Birsin üniversite okuyor, inşallah bahtı açık olur. Emine Kav da iyi götürüyor işi. Bir dizi yeniliklerle başarıya koşuyor.
Devam edelim yürümeye, bakalım kimlerle nelerle karşılaşırız. Aklımıza basın geldi, yani yerel basın. İlk dergiyi biz dört arkadaş 1953 de “Öz Sarıyer” adı ile çıkarmıştık. Sonra yıllarca suskun kalındıktan sonra Sarıyer Spor Dergisi, onu takiben Sarıyerli Taraftarlar Derneği’nin Beyaz Martı Dergisi çıktı. Daha sonraları ise aylık Sentez Gazetesi yayın hayatına başladı. Hayli tuttu. Bilahare Sarıyer Haber, Sarıyer, Sarıyer Manşet, Sarıyer Posta yayın hayatına girdi. Yerel basın dışında dergi olarak da birkaç dergi çıktı ama devam etmedi… Yerel basın diyerek küçümsememek lazım. Zira hayli etkin oluyorlar. İşi, olayı, haberi kovalıyor, gündeme ulusal basına da konu oluyor, bilgi veriyor. Yerel basında hayli etkin kalemler var. Bunlardan birkaçı Sarı Basın kartı sahibi: İrfan Terzi, Tuncay Dağlı ve Ümit Sanlav. Diğer yazarların önemli bir kısmının akademik unvanları da var. Allah sayılarını artırsın.
Tadı olmayan bir olayı anı olarak aktararak Sarıyer’den çıkalım. Efendim bir gün Kulüp kafeteryasında bir gurup arkadaşım “Simas’tan Sarıyer’e” isimli kitabım üzerinde konuşurken yanlarına gittim. Oturmadım, ayakta dinlemeye koyuldum. Yandaki masada beş altı Sarıyerli Hanım var. Kafeterya’nın devamlı müşterilerinden! Onlarda hararetli hararetli konuşuyorlar. Masa başında olan bir hanım (Y) bana dönerek “İbrahim Bey, İbrahim Bey” diye seslendi. Onlara doğru döndüm, devam etti konuşmaya “İyi bir kitap yazmışsın ama Sarıyer’in İ…. lerini yazmamışsın. Onları da yaz!” Tabii şaşırdım, yüzüm kızardı ama yanıt vermeliydim. Anladım kadınların hepsi de kafayı çekmiş sarhoşlar. Cevap verdim “Tanımıyorum ki, kimi nasıl yazayım?” . Kafası kıyak ya oda yanıt verdi “Ben hepsini biliyorum, hele sen yazmaya başla ben sana anlatırım” kurtulmam lâzımdı, hemen uzaklaştım. Bu hanım her halde utanmış olacak ki aradan sekiz on sene geçti bir daha Kafeterya ya gelmedi. Demek ki bazı erkeklerden canı fazla yanmış!
Alınmaya, kızmaya, darılmaya hakkımız yok. Zira mademki yazarız, yazıyoruz. Araştırmacı diyorlar, araştırıp doğruları bulmaya ve kamuoyu ile paylaşmaya çalışıyoruz o zaman her şeyi normal karşılayacağız. Ne yapalım, herkesin meşrebi de peşrevi de ayrıdır.
Sarıyer değişti, hem de çok değişti. Çok değil on beş yirmi yıl önce evden dişarı çıktığımda deniz sahiline gelene kadar en az on kişi ile selamlaşıyor, merhabalaşıyor ve hatır soruyorduk. Şimdi ise iki üç tanıdığa rastladığımızda memnun oluyoruz. Sarıyer değişik yörelerden müthiş göç aldı. Hem yaşam, hem kalite değişti. Nerede ise herkes birbirinden rahatsız ve herkes tedirgin! Yine de ayrı bir havası vardır Sarıyer’in, hastalık ve ölüm kalım halleri olduğunda; mutlu bir gününde konu komşu yalnız bırakmaz, sana eşlik ederler, dert ortağı olurlar. Bu özellikleri iledir ki hala Sarıyer’de eski havayı solumak mümkün oluyor.
Ne olursa olsun Sarıyer, Sarıyerlilerin değilse de Sarıyer dışından gelenlerin gözünde bir cennet bahçesidir. Çok değil bir hafta evvel, Kafeteryada toplu olarak oturuyorduk. Kelli felli bir adam kafeteryaya geldi! Hem yürüyor ve hem de telefonla konuşuyor “Aman Yarabbi nereye geldim. İlk defa Sarıyer’e geldim cennetle karşılaştım. Deniz sahili harika, liman, sandallar, tekneler, masmavi bir deniz, boğazın karşısı yemyeşil, rüzgâr püfür püfür esiyor. Yahu ne duruyorsunuz Sarıyer’e gelin…” İşte böyle bir yerde yaşıyoruz. Sarıyerliler olarak bir değerini bilmiyorsak da yabancılar biliyor ya!
Sarıyer’i eksiği ile fazlası ile yazmaya çalıştım. İyi kötü bir şeyler meydana geldi. Sırada diğer semtler var. Onları da yazmaya devam edeceğim. Bakalım bu ayaklar nerelere kadar sürükleyecek bizi.
Yazan İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)