Boylu, poslu, beline kadar uzanan yeşile boyanmış saçları, dalga gibi kabaran kalçaları ve aydınlığı delen çakır gözleriyle herkesi çileden çıkaran biriydi Deniz… Dolaştığında sanki yer yerinden oynuyordu. Ayakları arasından serin deniz suyu adeta akıp gidiyordu. Yürüdüğünde çıkardığı tak tak sesleri, martıların hançeresinden çıkan tek düze ses gibi yankılanıyordu…
Bakışı ve görünüşü ile bir başka güzeldi. Gönlünü denize kaptıranların limanıydı deniz. Havası ile suyu ile ve balıkları ile insanı çileden çıkaran güzelliğe sahipti. Dalgalar kabardığında asileşen, dalgalar kaybolduğun da munis bir kedi gibi sahibinin bacakları arasında dolaşan bir tatlı güzellikti deniz…
Ona sevdalananların ondan vazgeçmeleri imkânı yoktu. Çünkü deniz vazgeçilemez kadar çekiciydi, güzeldi… Güzelliğine vurulmayan yoktu… Gökyüzünün mavisi ile denizin mavisi birbiriyle yarışırcasına güzeldiler ama ille de denizin mavisi bir başka güzel bir başka çekiciydi.
Müthiş isterikti deniz. Rüzgâr ne taraftan eserse essin, dağılan saçlarını elleriyle toplar ama yine de bırakmayı ihmal etmezdi. Çünkü dağılan saçları kendisine bir başka güzellik verdiğini biliyordu. Yoksa neden yüzlerce, binlerce çift göz üzerinde olsun ki?
Onca gemi, onca kayık, sandal deniz olmasa nasıl hareket edebilirdi. Gemiler; yolcu gemileri, yük gemileri, lüks yatlar, çatanalar, mavnalar, çektirmeler, takalar, filikalar nasıl hareket edebilirlerdi?
Deniz olmasaydı milyonlarla karabatak, milyonlarla martı ne halt edeceklerdi? Deniz olmasaydı binlerce tür balık nerede yaşayacaktı? Lüferi, çinakopu, sarıkanadı, Tekiri, hamsisi, uskumrusu, izmariti, istavriti, palamudu, yunusu, toriği, kalkanı, levreği, gelinciği, yengeci, lagosu, çipurası, feneri, midyesi hatta pek daha çoğu nerede yaşayacaklardı?
Deniz deyip geçmemek lâzım, alımlı, çalımlıdır. Göz kamaştırır albenisi ile… Sürükler insanı peşinden… Vazgeçmek istese de yakasını kurtaramaz ondan… Şehveti ile şaşkına çevirir insanı, çakır gözlerinden süzülen yaşları ile kutsar insanı. O insan işte o zaman denizin bendesi olur, kurtaramaz kendisini…
Deniz olmasa, o güzel, o güzellik olmasa bunca balıkçı gider miydi peşinden denizin. Denizin kahredici güzelliği başa bela olduğundan habersizdir balıkçılar. Akıllarına bile getirmezler, denize tutkun olduklarını, ya da çok vurdumduymazdırlar…
Bütün dünya denize bakar, denizi görmek, denizi seyretmek ister… Deniz dediklerinde balık akla gelir… Deniz ürünleri yenmez mi? Yenilir de yanında bile yatılır denizin. Deniz şuhtur, isteriktir, albenisi çoktur, bakışı ile insanı harap eder… O bakmadığında, ya da bakamadığında balıkçılar bakar denize… Yoksa fırtına olup deniz alt üst mü olacak, dalga olup önünde olanları mı yıkacak, yoksa durgun su ve sütliman olup herkesi içine mi çekecek, sinesi üzerine mi yatıracak…
Deniz isterik olduğu kadar da vericidir. Takipçidir, onu gözden uzak tutmaya gelmez. Ama canı yandıkça, acımasızlıkla üzerine gidildikçe rahatsızlaşır ama yine de duygularını dışa vurmaz, bekler, bekle, bekler… Öyle bir an gelir ki her şeyi berbat eder…
Denizi dört gözle bekleyenler, aşkla şevkle denize sarılanların sayısı binleri geçer. Herkes bir şeyler bekler denizden. Bir lokma bir hurma misali peşinden koşar denizin… Denizin bereketinden yararlanmak isterler… Gün batımı ya da gün açımı bereketli saatleridir denizin. O menevişlenen yakamozu ile deniz bütün güzelliklerini ortaya serer. Göz kamaştırır yakamoz… Tek balık bile gece karanlığında denizin gönlünde bulur kendini. Denizin kalbi üzerinde dolaşır durur, yakamoz yapar ve balıkçılara gelin beni avlayın diye bağırır… Hele çok olduklarında bir başka hava yaratırlar. Yüzlercesi, binlercesi denizi içinde dans eder… Gecenin keyfini çıkarır, yakamozda, yani kendilerinin meydana getirdiği yakamozda denizde dans ederler korkusuzca… Deniz isteriktir, şuhtur, vericidir ama kıskançtır da, kolay pes demez, dalaşır durur, dolaşır durur… O kaçar, balıkçı kovalar… Ekmek parasıdır balıkçının, denizde balık kaçacak balıkçı kovalayacaktır. Deniz gönle akan su gibidir… Girdi mi deniz sevdası kalbine, yenik düşersin çakır gözlerine, yeşile boyanmış saçlarına, bu nasıl sevdadır anlar da anlatamazsın…
Ağ ve olta balıkçılığı, daylan balıkçılığı vardır. Bunlar balıkçılığın değişik kollarıdır. Ama sonuçta deniz olmasa, o güzellik, o şehvetli ve isterik deniz olmasa bu işler olmaz, yapılamaz.
Deniz kendisini yeniler… Denizin tuzlu suyu, dere, çay, ırmak ve nehirlerden gelen tatlı su ile kucaklaşarak kokteyl olur… Hele şu Karadeniz… Adı üzerine kapkara bir denizdir… Ne çok tuzludur suyu, ne de çok tuzsuz… Ortada yer alır, o nedenle de beğenilir.
Gırgır balıkçılığı, trol balıkçılığı, dalyan balıkçılığı, cik cik balıkçılığı, kalkan balıkçılığı, dip ağı balıkçılığı, kılıç balıkçılığı ve nihayet olta balıkçılığı… Daha pek çok çeşidi vardır ama bazı balık avlama çeşitleri değişik sularda, yani bir başka denizde yapılır.
Her şeyin bir kuralı vardır. Kurallara uyulduğunda uygunluk olur, yanlışlık ve hata olmaz. D niz de aynı böyledir. Asla hata kabul etmez. Peşinden ısrarla gelenleri geri çevirmez. Onları zevkle kucaklar, isterik halini onlarla paylaşır… Verir isyankâr memelerinden sütünü acımadan, yüksünmeden… Alın için, yaşayın der… Memeleri, denizananın memeleri olmasa gerek! Bunlara denizanası değil, denizi kızı denilse, hatta öyledir daha iyi olur…
Her kızın eti yenmez, denizkızı da böyledir. Hırçındır, kindardır, dokunulmazdır. Dokunulduğunda darmadağın olur, parçalanır ve ölür gider. Elle tutulduğunda hata edilmiş olur. Çünkü parçalandığında zehrini kusar, elle tutanın başı derde girer, yüzüne gözüne elle tuttuğunda yanma, acıma başlar, doktor doktor dolaştırır insanı… O nedenle deniz acımasızdır biraz da…
Duygusaldır deniz! Temize hayrandır, pislikten nefret eder. Pislik öldürür denizi. Denizde ne tat bırakır ve ne de güzellik… Deniz pis olursa, kayalıklar, taşlar, rıhtımlar, su içindeki tekneler yosun tutar. Sık yosun ama yeşil, ama siyah ama alaca renkli yosunlar deniz suyunun pisliğine işarettir. Deniz isyan eder pisliklere, pis sulara…
Pis sular denizin katilidir, deniz bunu bilir o nedenle nefret eder pis sulardan… Atık sular başının belasıdır denizin! Atık sular nelerden meydana gelmiştir. Atık suyun içinde neler yoktur ki? Yemek artıkları, bulaşık suları, koli basili yuvası yüklü lağım suları ve en kötü de deterjan çeşitleri… Deterjan çeşitleri denizin katilidir. İnsaf denilen olaydan haberi yoktur deterjanın. Teknolojinin paradan başka bir şey düşünmemesi nedeni ile yüzlerce çeşit deterjan üretildi, sabun çeşitleri üretildi bunların atık su ile denize gitmesi denizi perişan edip durdu. Deniz ne kadar isyan ettiyse de sesini duyuramadı…
Farikalar, onlarca, yüzlerce fabrika ve bu fabrikaların atıkları… Fabrikalarda arıtma sisteminin olmaması denizin isyanına nedendir ama kim dinler… Yasalar varsa da uygulayan ya da uygulamayanlara yaptırım uygulamayan olmadıktan sonra ne olacak ki?
Deniz bütün güzelliğini korumak için çabalarken, onu öldürmek için her çareye başvuruluyor… Denizden denizin nimetlerinden ne isteniyor. Bırakın karada iş kuranların vurdumduymazlığını, hatta karada çalışanların işgüzarlığını, esas sorun denizle sarmaş dolaş olan balıkçılardadır. Balıkçılar bilinçsizdir, bilinç işlerine gelmiyor nedense… Öğrenmek çok önemli bir olaydır ama… Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti “Oku” olmasına rağmen hiçbir şey okuyup öğrenmezler. Öğrenseler de açgözlülükleri, doymazlıkları, birbirlerine olan kıskançlıkları nedeni ile denizi öldürür dururlar…
Denizin belirli yerlerine, balığın göç zamanlarında dalyan kurulması ne kadar yanlışsa, devasa saç balıkçı teknelerinin olduğundan fazla boyda ve derilikte ağ kullanmaları da o kadar hatadır. 8-9 boy ağ ve 90-110 metre arasında derinlik… En süver takımla en altlarda yer alan sıradan takımlarda (gırgırlarda) bile aynı özellikler var… Balıkçı teknelerinde her türlü radar hem de sonar radarlar mevcut. Balığı 10 mil ilerden izleyebiliyorlar, peşinden gidebiliyorlar ve sıkıştırıp avlayabiliyorlar. Yüzlerce kulaç boy ve derinlikteki ağdan balığın kaçıp kurtulması olası değil, zira ağın kurşun yakası dibi kazıyarak bir araya geliyor. Hal böyle olunca balığa kaçacak bir yol kalmıyor.
Trollar ayrı bir vahşet… Ne yasak dinliyorlar ve ne da yasa… Sanki deniz babalarının malı! İstedikleri zaman deniz i tarayıp duruyorlar. Her ne kadar yasaklar varsa da gözden kaçmayı, en olmadık zamanda en yasak yerde avlanmayı beceriyorlar. Denizin dibi, yani balığın yatak yaptığı yerler en dipten tarandığı için balığı tozunu atıyorlar. Dipte arada büyük ya da yavru balık bulasın. Böyle olunca da balık yemek lüks oluyor…
Balık yemek lüks oldu… Morinacılık, kalkancılık bitti. Kofana kayıplara karıştı, kılıç balığı avcılığı boğazda elli yıldan beri yapılmıyor. Serpmecilik, sepetçilik yok. Dalyancılık bitti bitecek, koca Boğaziçi’nde üç dalyan kuruluyor denize inat…
İşte balık mevsimi… Denizin en iyi zamanı… Gülen çakır gözleri, rüzgârla savrulan saçları ile balıkçılara sevgilerini sunmak istiyor ama onlar bunu anlamaktan yoksun. Deniz “yeter artık” dedikçe onlar daha beterini yapıyorlar, ya ağlarını daha da büyütüyorlar ya da denizi kurutan radarları kumanda merkezine dolduruyorlar.
Deniz ihtirası ve isterikliliği ile yapacağını yapıyor…”Bu gidişle size gülmem, size pas vermem” dercesine inat ediyor… Palamudun, toriğin, kofananın, lüferin, çinekobun hamsinin, istavritin, tekirin ve ne de kalkanın esamesi okunmuyor, deniz bereketini vermekten kaçıyor adeta…
Denize bel bağlamış, denize âşık, onun peşinden yıllardan beri koşanlar yakalandıkları öldürücü sevdaya rağmen yaranamıyorlar denize… Ama anlamıyorlar; denizin ihanet edebileceğini. Bilmeleri gerekirdi denizin ihaneti kötü olduğunu…
Deniz; denizi ısrarla kirletenlere, denizi ısrarla yanlış avlanmalarla kısırlaştıranlara artık pas vermiyor…
Deniz kurudu, deniz de balık yok, deniz bereketini vermiyor diyenlere, deniz adeta isyan ediyor… Beni kirlettikçe, yanlış avlanmalarla benim bereketimi, benim havyar alanlarımı, benim yaylalarımı yok ettikçe, beni deterjan denizi içine attıkça benim ihanetimden kurtulamayacaksınız diyor.
Denizin ihaneti diyecek bir şey yok ki!
Deniz bir sevdadır sevmesini bilene, deniz berekettir şükretmesini bilene, deniz hazinedir, kollamasını bilene… Denize inat ise sadece denizin ihanetini getirir, bereketini değil.
Deniz, o güzel şuh ve isterik deniz duyduklarına inanamıyor; konuşan birkaç kişiyi dinliyor gecenin dinginliği içinde “, ben trol çekmezsem başkaları denize çıkacak, trol çekecek, onlar kazanacak”, bir başka köşede ise konuşulanlar buna benzer “Sığ su, derin su, çevir gitsin, bu ağlarla kanalda bile avlanırız”…
Deniz çakır gözlerini mavi denizle birleştirerek gülüyordu “Bulursanız alırsınız”…
İşte Denizin ihaneti…
İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)