Yolumuz Rumeli Feneri!… Yolcu yoluna gerek diyerek belediye otobüsüne kapağı attık. Aşina yüzlerle karşılaştık, bir iki selam ve hatır sorma! Acabaların birbirini kovaladığı bakışlar! Bakışlardan anlıyorum “Sabah sabah ne işleri var R. Feneri’nde” dediklerini!
Sonra düşünüyorum neden desinler ki, ne zararımız var ki onlara! Çoğu ile yakın dostluğumuz var, dostluk derecesinde değilse de merhabamız var ya! Rumeli Fener yolu güzel, hayli bakımlı… Biraz virajlı olsa da zararı yok! Asfaltı iyi, trafik çizgileri yenilenmiş, yolun her iki yanı yem yeşil! En genci otuz kırk yaşlarında çam ağaçları… Genç ağaç tomruklarının yol kenarına istiflenmesi ormanda aralama kesim yapıldığını haber veriyor. Demek ki kesilen tomruklar görücüye çıkacaklar ve sanayi için kullanılacaklar. Olsun, o da lazım ve devam ediyoruz.
Otobüs Garipçe’ye uğruyor, bırakıyor üç beş yolcuyu, ver elini Rumeli Feneri. Son gidişimizde gördük ki yol kenarındaki çam tomrukları sırra kadem basmış, demek ki isteklisi çoktu, satıldılar!
Otobüsten köy başındaki son durakta iniyor ve karşı sokağa dalıyoruz, ver elini mezarlık. İlk işimiz mezarlığa gitmek, Hacı Sait Ağabeyimi, Hacı Nevin Yengeyi, ablamı, çocuklarını, her iki enişteyi ziyaret. Bu arada diğer tanıdıklar için de üç İhlâs bir Fatiha okuyarak ziyareti tamamlamak! Hemen kapı girişindeki Cemil Efendi’den bir şeker almak da ayrı bir şey! Adam ne kadar da seviniyor… Ben de seviniyorum tabii… Suat Uysallar’la beraber İhlas, Fatiha okuyor, âmin diyoruz! Hacı’nın mezarının az ilerisinde ama biraz içeride iki sene evvel aldığım ve yaptırdığım mezarımı ziyaret ediyorum. Mezar boş! Bir oh çekiyorum, demek ki yaşıyoruz. Bari uzun ömürlü olalım, diyor ve Rumeli Fener’de dolaşmaya başlıyoruz.
Efendim Rumeli Fener’inin birkaç ismi var! Örneğin; Antik çağda Panium veya Panyum, Bizans döneminde ise Fanaraki ve Fanariyan (Burnu). Fanaraki veya Fanariyan “Avrupa Feneri” veya “Küçük Fener” demektir. Köy Karadeniz Boğaz’ının Avrupa yani Rumeli yakasında kurulduğu için Rumeli Fener adını aldı. Ne var ki bu isim Rum’u çağrıştırdığı için, coğrafi isimler değiştirilirken “Rum” çağrışımından kurtulabilmek içir köye Türkeli denildi. Ama nedense bu isim tutmadı. Tuttu tutmasına da denizcilik dalında tuttu. Denizcilik ve gemi işletmeciliği konu olunca tüm deniz trafiği Türkeli Feneri’nden yönetiliyor.
O zaman Türkeli Feneri’ni de tanıtmamız gerekecek. Köyün deniz sahilindeki en yüksek noktasında iki fener yapılması düşünülmüş. Biri Anadolu yakasında diğeri Rumeli yakasında! Düşünülen köyler; Anadolu Feneri ve Rumeli Feneri! Bugün köye adını veren Fener 1855-1856 Kırım Savaşı sırasında Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin İstanbul Boğazı’nın Karadeniz girişini görebilmeleri ve boğaz sularına rahatça girebilmeleri amacı ile yapıldı ve açılışı da 15.05.1956 tarihinde oldu. Fener inşa edilirken duvarı üç kez yıkılmış, bu yıkılışa neden, Saltuk Dede Türbesi üzerine inşa edilişi gösterilmiş. Bunun üzerine türbe onarılmış ve fener inşaatının temelleri içine alınarak inşaat tamamlanmış. Fener’in denizden yüksekliği kule dahil 58 metredir. Kule yüksekliği ise 30 metre. Fener, Rumeli Tahlisiye İstasyonuna bağlı olup adı “Türkeli Feneri” dir. Bu fener Türkiye’nin en yüksek fenerlerinden ya birincisi ya da ikincisidir.
Saltuk Dede üzerinde de durmak gerekir. Okumuştur, yazmıştır, evliyadır, yatırdır her neyse. Ziyaretçisi boldur. Üstelik balıkçılara uğurlu geldiği kabul edildiği için türbeye gidilerek bol bol dua edilir. Amma velâkin Saltuk Dede bir Alevi’dir. Bu nedenle de Alevi Dedesidir. Haydi hayırlara gitsin. Bir de düşünelim bakalım; Saltuk Dede’nin R. Fener’de ne işi var? Buraya nasıl ve neden geldi? Öyle ya, bir şey için gelmiş olmalı. Araştırdık bir de ne görelim Saltuk Baba Türkiye’de 8 yerde (Hozat, Diyarbakır, R. Fener, Niğde -2 yerde-, İznik, Babaeski, Alaşehir) var. Yurt dışında ise (Romanya -2 yerde-, Arnavutluk -2 yerde-, Yugoslavya, İsveç, Bosna Hersek, Polonya, Bohemya, Kırım, Dobruca, Kosova,Peç. Ohri, Korfu Adası) gibi 15 yerde var. Gayret edip biraz daha araştırılsa şüphesiz Sarı Saltuk Dede Türbesi birkaç tane daha bulunabilir. Hemen kayıt düşüyoruz, hatta iddia ediyoruz ki; Sarı Saltuk Dede Alevidir, hatta Bektaşi’dir…
Her ne olursa olsun erenlerden olmasaydı, 23 yerde türbesi olmazdı diyor ve konuyu geçiyoruz. Ne olmuş yani Hacı Bektaş’ı Veli Alevi değil miydi? Fener bahsini kapatmadan Evliya Çelebi’nin ruhuna bir Fatiha okuyalım ve Seyahatnamesinde Fener ile ilgili yazdığına bakalım. “Kaleden taşra yüksek bir kule üzre bir fanus’u azim” var. Bu demektir ki burada çok önceleri de bir fener vardı ve Evliya Çelebi de bunu kayda düşüyordu.
Gelin meraklı dostlar Fener bahsini Ali Soysal’ın “Ben Fenerim” Şiirinin bir kıt’ası ile kapatalım: Ne diyor Ali Soysal: ”Beş bin yıllık şehrimin gözleriyim ben/Ceneviz, Bizans, Fransız, İtalyan/Ve Türk kadırgaları geldi-geçti önümden/Beş bin yıllık şehrimin gözleriyim ben.”
Rumeli Fener Köy içine dalmadan, Fener içinde bir Tahlisiye Müzesi açıldığını hatırlatalım. Gidip iki kez gördüm. İkinci gidişimizde Ahmet Sert izin aldı fotoğrafta çekebildik. Gerçekten örnek sayılabilecek bir müze. Yıllar yılı korunan tahlisiye ile ilgili levazımat, defterler, giysiler, aletler, resimler mükemmel saklanmış ve iki odalı müzede halkın görüşüne sunulmuş. Tebrik etmek görevimiz! Sarıyer bir müze kazandığı için ayrıca gururluyuz. R. Fenerlilere ve yetkililere düşen görev müzenin tanıtımını yapmaktır.
Mademki tarihe öncelik verdik devam edelim bakalım neler var, neler tespit edeceğiz. Efendim R. Fener stratejik önemi olan bir bölge olduğu için burada her zaman askeri birlik olmuştur. R. Fener kalesinden başka, Papazburnu mevki askeri yerleşim bölgesi olduğu için burada Sultan IV. Murat (1623-1640) zamanında bir kale yapıldı. Kalede 60 kadar askeri bina, bir cami, erzak ambarları, cephanelik, yüz kadar büyüklü küçüklü top ve kale muhafızı ile birlikte 300 asker bulunuyordu. Arşivimize baktık, elimizde bulunan bir gravür bunu doğruluyordu.
Az ilerisinde ise Garipçe Köyü ve Garipçe kalesi, yani yine askeri birlik ve yerleşim bölgesi. Hal böyle olunca bir hamama ihtiyaç olduğu kesin. Nerede, nasıl derken köy içinde tarihi hamamın izine rastlıyoruz. Eskilere sorduk ve öğrendik. Efendim, hamam Osmanlı eseri küçük bir hamam. Uzun yıllan hamam olarak kullanılmış. II. Dünya Savaşı’ndan sonra da bir süre hamam olarak kullandıktan sonra değişik amaçlı olarak kullanıldı. Önce fırın yapıldı, sonra da depo ve mağaza olarak hizmete devam etti. Hamamlarla ilgili araştırma yapan birkaç kişi ile gidip baktığımızda harap haldeydi. Ama her hali ile hamam olarak kullanıldığı aleni olarak belli oluyordu. Neden korunmuyor? Korunması gerekmez mi? Muhtarlığın konuya el atması gerekir! Burası küçük bir müze olarak düzenlenebilir. Böylece Tahlisiye müzesinden başka ikinci bir müze kazanılmış olur. Hemen atak yapalım ve Sarıyer Belediyesinin dikkatine sunulur diyelim ve geçelim…
R. Fener’deki en önemli tarihi eserlerden biri Öreke Kayalıklarının tepesindeki Pompeus sütunudur. Bu sütunun Bizanslar döneminde ve İmparator Augustos veya İmparator Hadrianus’a ait olduğu söylenmektedir. Hangisi doğru saptamak kolay değil ancak Öreke kayalıklarının doruğunda Apollo Tapınağının olduğu da ileri sürülmektedir. Ne diyebiliriz ki ha Pompeus Sütunu olmuş ha Apollo Tapınağı ne fark eder sütun yerli yerinde ve üzerinde Latince yazılarla tarihe ışık tutmaktadır. Vestius yazıları 1680 yılında üç satır olarak tespit etmiş, Setsini ise 1789 de ise daha değişik yorumlayarak sütunun Tiberius adına dikildiğini ifadeyle, sefere çıkacak gemilerin yol güvenliği için kurban adak yeri olarak kullanıldığını belirtmiş. Aynen kabul ediyoruz ve Öreke Kayalıklarına tırmanmaya başlıyoruz.
Öreke Kayalıkları R. Fener için önemli kayalıklardır. Kayalıkların en büyüğüne Öreke Taşı da denilir. Ama bu kayalıkların değişik isimleri vardır. Kayalıkların antik çağdaki adı Kyanais ya da Symplegades Kayalıkları, değişik zamanlarda Geant ya da Bavonere Kayalıkları da deniliyordu. Bir başka ismi Orakiye Kayalıklarıydı.
Öreke Kayalıkları bir birinden ayrı beş büyük kayadan oluşmuştu. Osmanlılar döneminde bu kayalara Kanlı Kayalar adı verilmiş sonraları, Körtaş, Kocataş, Mavi kayalar ve Kızılkayalar da denilmiştir. Halk ağzı ile Roke ya da Örke kayalıkları denilmektedir. Bugün bakıldığında görülecek olan tek kayalıktır. Yani R.Fener limanı yapılırken, bu kayalar önce birbirleriyle daha sonra da kıyı ile birleştirilerek bugünkü liman meydana getirilmiştir. Offf be! Yahu alt tarafı minicik bir kayalar topluluğu nerede ise bir sayfamızı aldı… Geçelim efendim geçelim, şimdilik bir kıymeti harbiyesi kalmadı kayalıkların, tepesinden tarihi sütundan başka!
R. Feneri Köyündeki en önemli tarihi eserlerden biri hala görkemini koruyan R. Fener Kalesidir. Türk sinemasının en önemli film platolarından biri olup tarihi filmlerin pek çoğu burada çekilmektedir. Kalenin mükemmel bir arenası vardır. Pek çok kısmı sağlamdır. Giriş kapısı ile bazı bölümler zamanla ya da depremlerle çökmüş ve yıkılmışsa da hala görkemini korumaktadır. Denizle iç içedir, yerli ve yabancı turistlerin çok uğradığı, dinlendiği bir yerdir. Her ne kadar Cenevizliler döneminden kalan bir kale olduğu söyleniyor, bazı eserlerde yazılıyorsa da kesin bir bilgi değildir. Araştırmacı-Yazar Ali Soysal “Rumeli Feneri” isimli araştırmasında Rumelifener Kalesinin Ceneviz yapısı değil Osmanlı yapısı olduğunu belirtmekte ve muhtemelen de 1768/1769 yıllarında Sultan III. Mustafa tarafından, karşı kıyıdaki Anadolu Feneri kalesi ile birlikte yaptırıldığı aşikârdır demektedir. Bunu aynen kabul ediyor ve dolaşmaya devam ediyoruz.
İşimiz R. Fener’ini yazmak! Kimin haddine en doğruları bulmak! Benim asla olamaz. Çünkü sürekli burada ikamet etmiyorum ki. Park Çay bahçesinde oturdum, benden hayli yaşlı ama hısımlık bağımızda olan ve aklına kumanda edebilen Ali Demir ile konuştum. Ezan okunmadan ayrıldık ve eskiden kilise olan Yeni Camiye gittik. Öğle namazını eda ettikten sonra genç imam efendi Aydın Kantarcı ile tekrar Park Çay bahçesine gittik. Aydın Hoca aydın bir din adamı! Sohbeti ve insana yaklaşımı ile çok sevecen ve candan! İşte böyle hocalar dini sevdirir düşüncesine sahip oldum.
Camiden birlikte çıktığımız Mecit Demir’le baş başayız! Mecit Demir çocukluk arkadaşım, aynı evde kaldık, aynı sofrada yemek yedik aynı odada yattık. Her karşılaştığımızda sarılırız birbirimize… Döktüm masanın üzerine dizi dizi kâğıtları ve sormaya başladım merak ettiklerimi. İyi kötü hiç yüksünmedi, ne sordumsa yanıtını verdi. Ancak bizi davet eden Ahmet Sert’ti! Ahmet Sert’in gelmesi ile çay bahçesinden ayrıldık doğru yemeğe! Balık köyünde köfte ile karın doyurduk! Olsun misafir istediğini değil, bulduğunu yer. Biz de öyle yaptık!
Rumeli Fener Parkı! Çarşı içinde muntazam bir yer. Çarşının tam ortasında bir çınar ağacı! Tahminde yanılmaz isek en fazla 80-90 yaşındadır deriz. Sağlıklı yapısı ile mükemmel bir gölgelik. Park içindeki ağaçlar köy içine ayrı bir güzellik veriyor. Park içinde bir çeşme var. Gazi Ekrem Cezayirli Hasan Paşa tarafından yaptırılmış (1775). Aynı kişi tarafından limana giderken sağ tarafta ikinci bir çeşme yapılarak hayırlı dua alınmak istenmiştir. Dere mahallesinden Hacı Ahmet Ağa çeşmesi var. Tarihi eser bu çeşme, güzelleştirelim diye berbat edildi. Sadece kitabesi korundu ve etrafı mermer yapılarak kuşa çevrildi. Kaptan Bayram Deniz Çeşmesi, Bayraklı Çeşme, Saltuk Dede Çeşmesi ve eski mezarlık içindeki Kabakçı Çeşmesi (1815) diğer çeşmeler!
Kabakçı derken bir tarihi olaya parmak basmak isteriz. Hemen hatırlatalım ve unutmayalım. Malum Kabakçı Mustafa Rumelikavak muhafızı iken yenilik taraftarı Sultan III. Selim’e karşı kışkırtıldı ve isyana teşvik edildi. Rumelikavak’tan toplu halde Çayırbaşı’na gidildi, kalabalık burada toplanıp Topkapı Sarayı üzerine yürüdü. III. Selim direnemedi, tahtan indirildi ve yerine IV. Mustafa Padişah yapıldı. Olayı öğrenen Alemdar Mustafa Paşa ordusu ile seferden dönerek duruma müdahale etmiş, IV. Mustafa’yı tahtından indirmiş ama III. Selim’in de cesedi ile karşılaşmış. Alemdar Mustafa Paşa bu, hiç pabuç bırakır mı? Göndermiş üzerine Yarhisar Ayanı Ali Paşa’yı ve R. Feneri’ndeki köşkünde istirahat eden Kabakçı Mustafa’yı öldürterek intikamını almış! Eeee ne diyelim yapan-eden bulur! Kabakçı da buldu!
Tarihi eserlerden başlamıştık bari devam edelim. Efendim iki cami var R. Fener Köyünde. Biri eski cami yani Ramazan Ağa Camii… Yapılış tarihi bilinmiyor… Tahmini olarak 300 yılın üzerinde olmalı… Diğer cami ise çarşı içindeki yeni camii! Eskiden kilise idi. Yani yine ibadet yeri idi. Köydeki Rum halkın ibadethanesi… Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve Lozan mübadelesi sonrasında ibadete kapatıldı. Uzun yıllar kapalı kaldı, sonra da Cami olarak yeniden düzenlendi. İyi de oldu… Cenazeler bu camiden kalkıyor. Yahu kimseye sormadım, o an aklıma gelmedi ama yine de yazmak gerekir, Dere mahallesinde de bir mescidin olduğunu ve ibadete açık olduğunu öğreniyoruz.
Camilerden bahsederken, tekrar mezarlığa gitmek ihtiyacını hissettim. “Yürü” dedim Suat’a, yürüdük. Hemen mezarlığın en uç noktasında Giritlioğlu Nejdet Kaptan adına yaptırılan bir hayrat çeşmeyi geçtikten sonra ikinci bir çeşme ile karşılaştık. Bu da Nuri Menekşe hayratı! Allah kabul etsin deriz ve devam ederiz.
Mezarlık kapısından girmeden önce İlk karşımıza çıkan mezar, henüz ölmeden mezarını yaptıran İbrahim Menekşe’ye ait! Bir de isteği var bunu da mezar kitabesinde belirtmiş, şöyle diyor: “Bakıp geçme ey Muhammed ümmeti/Allah rızası için oku bir Kur’an/Bulursun her zaman derde derman.” Haklıdır İbrahim Reis. Azrail’i aldatmak için mi ne sağ iken mezarını yaptırdı! Yani Azrail gelip bakacak ki mezar hazır, bakımlı tertemiz, demek ki Allah’ın kulu yerini bulmuştur deyip çekip gidecek böylece İbrahim Reis’te kurtulacak! Allah İbrahim Reis’e daha çok uzun ömür versin. Zaten Azrail’in İbrahim Reis’e uğramaya da niyeti pek yok gibi! Bu şakayı bir tarafa bırakalım ve belirtelim ki sadece Sarıyer’in, R. Fener’in değil, İstanbul’un en meşhur dalyancısı, dalyan reisidir İbrahim Menekşe… Çocukları Ekber ile İsmail’de babalarının yolundan gidiyorlar. Boğaziçi’ndeki dalyanları (Bağlaraltı, Filburnu ve Beykoz gibi üç dalyan) Menekşe ailesi kurup kaldırıyor. Yani yerinde bir deyimle dalyancılığı yaşatıyorlar.
Mezarlığı gezmeye devam edelim bakalım kimler var! Kimler yok ki: Yüz yaşın üzerinde Takalar Kumandanı Ketencioğlu Hacı Yakup Ağa! Hala namı yürüyor, hakkında bir kitabımız var. 87 yaşında Ulusal milli mücadelenin içinde buldu kendini, çocukları Küfürkâr Mehmet Reis, Ahmet Reis, İbrahim Reis ve İsmail Hakkı Reisler ölüm kalım savaşı vererek hizmet etti vatana…
Yakup Ağa işkencelerden geçti, ser verse de sır vermedi ve zafer sonrası İstiklal Madalyası ile cennete yolcu edildi. Biraz ileri de Reislerin en şöhretlilerinden Mamati Hüseyin Reis (Menekşe). O da yüz yaşa yakın hakka yolcu oldu. R. Fener Mezarlığı insanı düşüncelere boğar. Kimler yok ki. Kaptan Bayram (Deniz) ve oğulları Mehmet ve İsmail Reisler! Baba ve oğulları hak yolunda, ülkenin bağımsızlığı için kelle koltukta savaşanlardan. Anadolu’ya silah ve mühimmat götürülmesinde görev aldılar. Hak dediler “Asla para” düşünmediler. Allah ne verdi ise yediler, kullandılar ve dalgalarla boğuşa boğuşa yüzlerce tüfek, binlerce mühimmatı Anadolu’ya cepheye ulaştırdılar. Baba-oğul aynı kabristan yatıyorlar. Ne mutlu onlara!
Daha ileri de solda bu kez gözümüze Giritlioğlu Emir Ahmet Reis’in mezarı ilişti. Baktık ve fotoğrafladık. Giritlioğlu Hacı Şakir Kaptan, evladı yaranından Mustafa Kaptan, Ali Kaptan, Emir Ahmet (Girit) Reisler her biri birer mücahit! Vatan savunması yolunda tüm varlıklarını ortaya koydular ve başardılar. Millicilerin yani Kuva-yı Milliyecilerin yanında yer aldılar, her türlü meşakkate katlanarak hizmeti şeref bildiler. Emir Ahmet Reis’e ayrı bir paragraf açmak gerekir. Boğaziçi’nde silah kaçırma trafiğini İngilizlerin kontrol tercümanı olan Davit Sehakkuli tanzim ediyordu. Aylarca hizmet etti, mükemmel görev yaptı. Büyükdereli Rumların ihbarı üzerine İngilizler tarafından tutuklanıp cezalandırılacağını anlayan M.M. Teşkilatı harekete geçti ve teşkilat mensubu Giritlioğlu Emir Ahmet Reis Davit Beyi ailesi ile birlikte yurt dışına kaçırdı. Davit Bey 1949 yılında tekrar ülkeye döndü ve yaşamını İstanbul’da noktaladı.
Hacı Sait ağabeyim, Nevin yengem, eniştem Ali Rıza Bostan, kardeşi İsmail Bostan, ablam ve yeğenlerim de bu mezarlıkta yatıyor. Kadim dostum Maksut Yerdelen’de! Ketenciler, Kolcu’lar, Civelek’ler, Yalçın’lar, Demir’ler, Aytaç’lar, Uçar’lar, Kılıç’lar, Sert’ler, Kasarcı’lar, Kıran’lar, Yavaş’lar, Dursun’lar, Kenarcı’lar, Şimşek’ler, Koçoğlu’lar, Deniz’ler, Şafak’lar, Sipahi’ler, Yüzey’ler, Külünkoğulları, Gürler’ler, Sarı’lar, Dikmen’ler, Eminoğlu soyadlarını taşıyan ve daha pek çok aile bu mezarlığın sakinleri arasında! Allah hepsine rahmet eylesin!
Yahu saplanıp kaldık mezarlığa, çıkamıyoruz. Ne gerek var, bir göz at, üç İhlâs bir Fatiha ile işi bitir ama olmuyor işte! Bu kez de gözümüze Prof. Dr. İsmail Özarslan ilişiyor. Bu muhterem kişi de R. Fener’lidir. Efsane hukukçu Profesör Dr. İsmet Giritli’nin de mezarı buradadır. R. Fenerli Merhum Giritlioğlu Emir Ahmet’in oğludur. Allah rahmet eylesin diyerek ayrılıyoruz mezarlıktan. Unutmayalım bir de eski mezarlık var. Eski mezarlık denize nazır ama gömü yapılmıyor!
Rumeli Fener köyünde birkaç eski tarihi eser sayılacak bina mevcut. Bir kaçını çok güzel restore etmişler. Gerçekten köye nefis bir hava vermiş. Keşke izin verilse de tüm eski binalar elden geçirilse!
Rumeli Fener’in yerli halkı adından da anlaşılacağı gibi Rum’du. Yüzlerce yıl Rum köyü olarak tanındı. Hem de sadece Sarıyer’in değil tüm Boğaziçi’nin en büyük köyü idi. Böyle olmasaydı Sarıyer’in nahiyelerinden biri olabilir miydi? Rumeli Fener uzun yıllar Nahiye idi. Bilahare köy statüsüne alındı.
Milli Mücadele için bütün ulus her yerde örgütleniyordu. Bu anlayışla Rumeli Fener Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Mustafa Kemal Paşa’nın (Atatürk) başkanlığında yapılan toplantıda alınan bir kararla bu cemiyetin yönetim kurulu seçildi (1920): Yönetim kurulunda şu kişiler görev aldı: Yusuf Agâh Efendi, Dersiam, Rumeli Feneri; Hacı Yakup Efendi, Tüccar, Rumeli Feneri; Kahyaoğlu Mehmet Efendi, Eşraftan, Kilyos. Mektepli Mehmet Efendi, Eşraftan, Demirciköy; Gürcü Hüseyin Efendi, Eşraftan, Uskumruköy; Ethem Ağa Muhtar-ı evvel, Zekeriyaköy (1336 yani 1920).
İşte böyle! R. Fener’i yabana atmamak gerekir. Zira milli mücadelede görev neyse hakkı ile yapanların bulunduğu bir büyük köydür.
Tarihi yerler, mezarlıklar, tarihi kişilerden bahsettik de Rumeli Fener yapısından bahsetmedik. Bu demektir ki hata yaptık. Hatadan dönülmesi erdemdir diyoruz ve konuya giriyoruz. Rumeli Fener’i Sarıyer’in en eski köylerinden biridir. Yerli halkı Rum idi. Bu özelliğini 19. Yy. sonlarına kadar korudu. Osmanlı Rus Savaşı, yani halk deyimi ile 93 harbi (1877/78) nedeni ile meydana gelen büyük göçten bu köyde nasibini aldı. Balkanlardan gelen göçmenlerden bir boy Rumeli Fener köyüne iskân edildi. Bunlara muhacir denildi! Doğu Karadeniz’den gelen bir başka göçmen kafilesinden kalabalık bir grup da Rumeli Fener köyüne yerleştirildi. Bunlara her nedense muhacir denilmedi! 93 harbi göçlerinden Sarıyer’in pek çok köy ve mahallesi nasibini aldı.
Şunu demek isterim ki Rumeli Fener’de Balkanlı muhacir daha çok da Karadeniz tarafından gelen göçmenler vardır. Yani halkını Balkandan gelenlerle, Doğu Karadenizliler, daha doğrusu Rize’den gelenler oluşturur. Bu köyde fazlaca değişik ırka mensup insan yoktur. Varsa da belki bir ya da iki aile!
R. Fener köyü denizle kucak kucağadır. Sahil şeridi kayalık, girintili yerler; Dere Mahallesi, Ketendere ve Marmancık ise kumluk ya da çakıllık. Kayalık olan yerler hayli yüksek. R.Fener yerleşim bölgesi de deniz seviyesinden hayli yukarda. Köy içinden denize doğru ilerlenirse muhteşem bir görüntü ile karşılaşılır. Fener çevresi ve batı tarafındaki set üstü çay bahçesi insanın ömrüne ömür katar. Her daim serin rüzgâr, ferahlık ve her an göz okşayıcı bir güzellik. Mehtabın deniz ve kara ile kucaklaştığı, ağaçlar arasında kaybolup gittiği bir cennet görünümü verir! Üstteki çay bahçesinden bakıldığında R.Fener balıkçı limanı onlarca irili ufaklı balıkçı teknesi ile yağlı boya tablo gibi seyrettirir kendini. Yüzlerce balıkçı tayfasının harıl harıl meremet yaptıklarını (ağ onardıklarını), teknelerini hazırladıklarını seyreder insan doyasıya. Herkes kendi halindedir, gelecek günlerin neler getireceklerini beklerler…
R. Fener halkı öteden beri balıkçılıkla uğraşır. Bu Rumların yoğun olduğu dönemlerde böyle idi, sonraki dönemlerde de böyledir. Ancak, Rumların döneminde bahçecilik de hayli çoktu. Köy göç aldıktan sonra Karadenizliler balıkçılığı devam ettirdi, Balkanlardan gelenler yani muhacirler de bahçeciliğe devam ettiler. Ancak, 1960’lardan sonra muhacir denilen topluluk da balıkçılığı benimsedi. Bu gün köyde bahçecilikle uğraşan aile sayısı üçü beşi geçmez! Belki de hiç yok! Köy halkının yüzde doksan beşi balıkçılıkla uğraşır. Köyün ana işkolu balıkçılıktır. Bu nedenledir ki Boğaziçi’nin en büyük limanlarından birine sahip olan R. Fener Köyü için “Balıkçılık Üniversitesi” ve “Balıkçılık Okulu” da denilmektedir.
Bunu böyle saptadıktan sonra deriz ki Türkiye’nin en büyük balıkçı köyü Rumeli Fener’dir. Burada başka işkolu yok denecek kadar azdır. Balıkçılığın her türü yapılmaktadır. Küçük ve büyük ağ balıkçılığı yani voli ve gırgırla yapılan balık avcılığı; trol ve cik cik, kalkancılık, oltacılık, dalyancılık, uzatma, tekircilik ve diğerleri… Dalyancılık balıkçılığın durağan olanıdır. Hep aynı yerde dalyan kurularak yapılır. Örneğin R. Feneri’nde Bağlaraltı (Papazburnu), Bara ve Atlama Taşı mevkileri dalyan kurulan yerlerdir. Günümüzde sadece Bağlaraltında dalyan kuruluyor.
Balıkçılık 1950’li yıllardan sonra müthiş gelişme gösterdi. Anormal büyüme oldu ve teknolojik gelişmelerle büyüdükçe büyüdü. Rumeli Fenerli balıkçılar teknolojik gelişmeyi çok yakından takip ettiler ve mesleklerini geliştirip büyülttüler. Boğaziçi ve Karadeniz balıkçılığından Marmara balıkçılığına ve son on onbeş yıldan beri de Ege ve Akdeniz balıkçılığına kucak açtılar. Küçükten büyüğe kadar ahşap teknelerin yerini saç tekneler aldı. Hem de devasa saç tekneler, her biri trilyonlar değerinde ve her birinde onlarca motor (makine) ve sayısız cihaz (radar gibi). Hal böyle olunca da balık avcılığı çok büyük ve önemli bir işkolu haline geldi.
Bir işkolunu başarı ile devam ettirmek hem bilgi, hem deneyim, hem yürek ve hem de çalışkanlık ister. Bu meziyetleri kendisinde toplayanlar kendilerini kabul ettirir ve her zaman aranırlar. Balıkçılıkta bunlara Reis denir. R. Feneri’nden de çok şöhretli Reisler gelip geçti. Örneğin: Epçi Mustafa Reis, Yakup Dayının Hasan Reis, Yaşar Reis (Yalçın), Mamati Hüseyin Reis (Menekşe), Zekeriya Reis (Girit), Sefer Reis (Çevir), Kara Temel Reis (Karan), Zürtük İsmail Reis (Yalçın), Paçoz Hasan Reis (Deniz), İshak Reis (Deniz), Hayrullah Reis (Yüzer), Rafet Reis (Girit), Ahmet Reis (Girit), Mamuli Mahmut Reis (Menekşe), Cevdet Reis (Ketenci) Eminoğlu Osman Reis (Gerçek), Eminoğlu Ahmet Reis (Gerçek), Eminoğlu Mehmet Reis (Gerçek), Çivilinin Mehmet Reis, Zeki Reis (Kolcu), Ali Paşa Reis (Kolcu), İbrahim Reis (Ketenci), Yaşar Reis (Girit), Şakir Reis (Girit) ve diğerleri… Bu reislerden hayatta olan var mı? Belki bir belki iki üç kişi! Ama her biri reis olarak isimlerini balıkçılık tarihine yazan reisler olarak kendilerini kabul ettirdiler.
Balıkçılık teknolojisi geliştikçe reislerin konumları da değişti. Taka ve baltabaş teknelerden karpuzkıç teklere ulaşıldığında yeni yeni reisler alamana direklerinde boy gösterdi. Alamanalar terk edildikten sonra ise büyüyen teknelerin kulelerinden balık arayan reislerin sasıyı da arttıkça arttı. Yeni tekneler ve yeni yeni cihazlar. Teknoloji müthiş bir hızla ilerlerken yeni reisler de o hızla Karadeniz, Boğazlar, Marmara, Ege ve Akdeniz’in derinliklerinde, gecelerin yakamozunda değil cihazların en hassaslarıyla balık avına devam ettiler.
Reislerden bir kaçını sayalım bakalım kimler varmış: Mutruk Hüseyin Reis (Çevir), İsmet Reis (Yalçın) Kerim Reis (Yalçın), Mamuli Yakup Reis (Menekeşe), Mamuli İsmail Reis (Menekşe), Mamuli Ahmet Reis (Menekşe), Eminoğlu Murat Reis (Gerçek), Ali Reis (Erdik), Ahmet Reis (Erdik), Necdet Reis (Ketenci), Süleyman Reis (Girit), Bahtiyar Reis (Yüzer), Sinan Reis (Girit), Selim Reis (Girit), Şekip Reis (Yalçın), Mehmet Reis (Yalçın), Necdet (Yalçın) ve diğerleri… Diğerleri dediğimiz çok genç reisleri, her biri canavar gibi…
Namlı Reislerden Zütük İsmail Reis’in oğlu İsmet Yalçın’a ayrı bir paragraf açmak gerekir. Balıkçılıkla tahsili beraber yürüten ender kişilerden! Kabataş Lisesini bitirmiş, üniversiteden makine mühendisi olarak mezun olmuş bir yaman denizci. Uzun yıllar S.S. R.Feneri Su Ürünleri Kooperatifi Başkanlığını yürütmüş, iş ve sosyal yaşamını dengelemesini bilmiş bir balıkçı Reisi.
R. Feneri Ahmet Sert isimli yaman bir siyasetçi piyasaya sürdü. Ahmet Sert yıllarca kovaladığı yükselişi Anavatan saflarında iken yakaladı ve Sarıyer’den İstanbul İl Genel Meclisine seçildi. Seçilmekle de kalmadı, iki dönem İl Genel meclisi daimi encümen üyesi olarak görev yaptı. Bu görevi sırasındadır ki ismini unutulmamak üzere köy yollarına yazdırmayı bildi. Ahmet Sert il genel meclisi üyesi olana kadar Sarıyer köylerine öyle ahım şahım hizmet gitmedi. Ahmet Sert’in döneminde taşlar yerine oturmaya başladı ve tüm köylerin yolları yenilendi, asfalt yapıldı, yol olmayan yerlere de yenisi yapıldı. R. Fener’in su sorunu da çözüldüğü gibi, köylere doğalgazın getirilmesi için müthiş bir uğraş verdi ve başardı.
Tabii ki kendisini yalnız bırakmayan bir partili arkadaşı vardı Yaşar Elmas! Yaşar’ın da verdiği uğraşta yabana atılamaz. Unutmayalım Ahmet şampiyon Sarıyer’in I. Türkiye Ligine çıkan kadrosunun en güçlü elemanlarından biriydi. Bunu böyle saptadıktan sonra Genel kaptanı K. Eyüp’e (Odabaşı) döner ve onu dinleriz “Ahmet bir ahtapottur, sarmalına düştün mü yandın!”. Kabahat bizde değil arkadaşında, bizim işimiz gördüğümüzü ve duyduğumuzu yazmak!
R. Fener aynı zamanda sporcu potansiyeli hayli yüksek olan bir köydür. Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar gelir spor çalışmaları. Bir ara futbol kulübü de kurdular ama bu spor kışın yapıldığı için yaşatılamadı, zira köy balıkçı köyü! Gençler balığa gidince futbola zaman ayrılamıyor. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ilk Rumeli Fenerli futbolcu Duriye’nin Ahmet’ti. Sonra merhum Çimo Sadık (Hut), daha sonraları Orhan Ergin, Cevat Yalçın, Arap Sami (Hut), Necdet Karan, Petroş Ali (Girit), Mutruk Hüseyin gerçekten iyi futbolculardı ama meslekleri futbol oynamalarına izin vermedi. Yaşar Elmas, Ahmet Sert, Tunahan Uçar ve İbrahim Koçoğlu profesyonel olarak yıllarca futbol oynadılar. Ruhi Elmas ile İlyas Çevik meşin yuvarlığın peşine koşmaya devam ediyorlar.
R. Fener’den milli takıma kadar giden futbolcu da çıktı. Yaşar Elmas uzun futbolculuk yaşamını başarılarla tamamladı. Sarıyer, Beşiktaş, Rizespor Karagümrük ve Beykoz kulüplerinde futbol oynadı. Beşiktaş’ta oynarken 3 kez Ümit Milli takım formasını giydi. Antrenör ve teknik direktörlük kurslarını tamamladı ve Sarıyer dahil pek çok kulüpte, antrenör ve teknik direktör olarak görev yaptı. Şimdi ki işi Uskumruköy’de spor alanı işletmeciliği!
Gönül hepsini bir arada görmek isterdi. Ama nafile! Asker arkadaşımdı, gel de Necmi İrdep’i, Şakir Girit’i, Nuri Kolcu’yu ve Nail Uçar’ı arama! Hepsi hakkın rahmetine kavuştu! Tatar Mustafa’yı da (Gerçek) göremiyoruz. Gördüklerimizi de yazmaya gerek görmüyoruz! Zira her şeyi yazsak kitap yazmamız gerekir!
Bütün bu tespitleri yaptıktan sonra şöyle tepelerden R. Feneri’ne kuş bakışı bakmak isteriz. Örneğin Tahlisiye fenerine çıkarak fanus’un olduğu yerden yani en tepe noktadan fenere çepe çevre bakmak isterim ama hangi ayak ve hangi dizle… Bu yaşta, o kadar merdiveni çıkıp dünyayı seyretmek zor mu zor! Güvenemedim kendime, vazgeçtim. Yine de bilgi olarak bazı şeyleri aktaralım:
Efendim, tarih okunduğun görülecektir ki Rumeli Fener’de yapılan ilk savaş 1352 yılında Cenevizlilerle Venedikliler arasında olan deniz savaşıdır. Savaş R. Fener önünde olmuş ve kazanan Cenevizliler olmuştur.
R. Fener’deki ilkokul 1945 yılında bizzat köylüler tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca Sağlık ocağı da 1993 yılında hizmete açıldı. Depreme dayanıklı olmadığı anlaşılınca terk edildi. Güçlendirme çalışmaları ha başladı ha başlayacak. Ayrıca Koç Üniversitesi 2000/2001 yılında eğitime açıldı. Sağlık ocağının yeri eri muhtarlık binası. Bu okulun öğrenci yurdu R. Fener sınırları içindedir.
R. Fener köyündeki en iyi içme suyu Çırpına suyu olarak bilinir. Ancak Çeşme suları da içilmektedir.
R. Fener balıkçı köyü ama tam dört adet çay bahçesi var. Çınaraltı Çay Bahçesi, Köyiçi Park Çay Bahçesi, Menekşe Çay Bahçesi ve Seyrü Sefa Çay Bahçesi. Hepsinin de yer olarak konumları harika! Tam keyf çatılacak, dinlenilecek yerler.
Unutmayalım en büyük balıkçı köyünde balık lokantaları da var. Örneğin Barınak, Balık, Mendirek Balık ve Röke Balık lokantaları fevkalade ilgi çeken yerler.
R. Fener’de balıkçılığın dışında büyük iş kolu yok sayılır. Lokanta, çay bahçeleri, birkaç dükkân gibi küçük iş yerleri! Sahilde küçük bir tersane var. Ahşap ve saç tekne inşa ediyorlar. Elbette ki tekneleri karaya çekmek, bakım, onarım gibi işlerle de uğraşıyorlar. Ayrıca kooperatife ait büyük bir buzhane var.
R. Fener’inde S.S. Sorumlu R. Feneri Su Ürünleri Kooperatifi, Ramazan Ağa Camii Onarım Derneği ve R. Fener Köyü İlköğretim Okulu Koruma Derneği adı altında faaliyet gösteren bir kooperatif iki dernek var.
Bir terslik gördüm sokaklar arasında gezerken. Efendim balıkçılığın en çok yapıldığı köyde, sokak isimlerinin çiçek ve ağaç ismi olduğunu tespit ettim. Adeta dudaklarım uçuklardı. Bu kadar terslik olur mu? Bakalım isimlere; Manolya Sokak, Yonca Sokak, Menekşe Sokak, Kaktüs Sokak, Orkide Sokak, Huş Sokak! Her neyse yapılacak fazla bir şey yok kabullenmekten başka. Zaten kabullenilmiş durumda. Oysa yapılacak şey sokak isimlerinin balık isimleri ile değiştirilmesi olmalıydı. Örneğin; Tekir sokak, palamut sokak, torik sokak, kalkan sokak, hamsi sokak, gelincik sokak, uskumru sokak gibi….
Köyün muhtarlığı görevini uzun bir süreden beri Şafak Kılıç yapmaktadır. Bugüne kadar; İngiliz Memiş (Menekşe), Ketencioğlu Küfürkâr Mehmet Reis, İshak Yalçın Reis, Ketencioğlu İsmail Hakkı, Mustafa Tunç, Mustafa Kıran, Şaban Gerçek, Enver Menekşe, Saim İrdep, Dilaver Kılıç, Necmi İrdep, A. Nevzat Aykan muhtarlık görevini üstlendiler. Şafak Kılıç üçüncü kez muhtarlık seçimini kazanarak koltuğa oturdu. Aynı zamanda başarılı bir iş adamı! Başarısız olsa koltukta zaten oturamazdı ki!
Muhtarlardan bahsederken İngiliz Memiş’i pas geçemeyiz. İstanbul işgal altında iken İngiliz kolluk kuvvetleri R. Fener’den silah kaçırılıyor ihbarını alır. Bir gün köye baskın yapılır. İngiliz Yüzbaşının yanında Rum tercüman vardır. Muhtar çağrılır ve muhtara “Halka söyleyin, herkes evinde, mağazasında, bahçesinde ve kayığında ne kadar tüfek, tabanca, bıçak, satır, kazma, balta, nacak varsa hemen getirsin” der.
Durumun vahametini anlayan muhtar Memiş Reis, yüksek bir yerde çıkar ve köy halkına şöyle der “Her kimde veya evinde, bahçesinde, teknesinde tabanca, tüfek, bıçak, satır, kama, kazma, nacak, balta varsa sakın getirmesin. Onları çok iyi yere saklasın, yarın lazım olabilir”. İngiliz komutan tercümana muhtarın ne dediğini sorar. Tercüman muhtarın söylediklerini aynen anlatır. İngiliz komutan, tercümana “Muhtar ülkesini ne kadar çok seviyormuş. Bu durum da bize de gitmek düşer” der ve R. Fener’i terk eder. O günden sonra da Memiş Reis’e “ İngiliz Memiş” denir.
Bu büyük balıkçı köyünde köfte yiyerek karnımızı doyurduk. İşimiz bittiğinde saat hayli ilerlemişti. Ağır ağır yürüdük köy içinden köy başına doğru. Otobüs durağını gördüğümüzde otobüsün hareket ettiğini gördük. Eğer biraz az çene çalsaydık otobüse yetişmemiz işten değildi ama olmadı… Çok beklemedik üç özel otomobil boş olarak önümüzden geçip gitti. Dördüncüye ise biz bakmadık bile ama vasıtayı kullanan ermiş olacak ki üç beş metre sonra durdu ve bizi bekledi. Allah’ın selâmını verip girdik arabaya… İyi de ettik yoksa feci sıcak altında buram buram terleyecek, bizi almadan gelip geçene yuuuhhh diyecektik. Demek ki insanlık daha ölmemiş! Bu duygularla Sarıyer’e geldik. Bakalım gelecek hafta yolumuz nereye düşecek?
Yazan İbrahim BALCI
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)