Nerede ise sokağa çıkma yasağı var. Koronavirüs işbaşında.! Başka çarede yok. Bu rezil hastalığı atlatmak gerek. O nedenle yasaklara ve önerilen önlemlere uymak ve yerine getirmek gerek. Ben de bu önerilere uyuyorum ve evden çıkmıyorum.
Devamlı, otur, yat, uyu, kalk yine yat, yine kalk! İş mi tabii ki değil, bir şeyler yapmak gerek. Benim de işim fırsat buldukça yazmak, daha önce yazdıklarımı ya da başladığım çalışmaları tamamlamak. Aynen böyle yapıyorum, şu iki üç gün içinde hayli yol aldım. Devam ediyorum.
Tabii ki yeni çalışmalar da var… Bunları da daldan dala atlayarak kaleme alıyorum, yayınlayarak tarihe kayıt düşüyorum. Bugünkü yazım bu dizinin ikincisi olacak…
Anlatılanlara göre insanlar ilk sevgi ve aşkı annelerinin kucağında iken tadarmış. Ama bunu anlamaları imkânı olmazmış, malum yaş meselesi! Ben bunu ne zaman tattım? Karar vermem zor, çünkü çocukluğumuz döneminde kafamızı yerden kaldırıp sağa sola bakamazdık ki… Ama ortaokul da sınıflar arası bir maçta böyle bir olay oldu ki, kalp çarpıntısı ilk kez hissettim. Ben ortada oynuyordum, rakip takım smaçörü file dibine ama tam ortaya bir top bıraktı, yani avlıyor bizi, can havli ile planjon yaparak topu manşetle çıkardım ama çenem yere vurdu, kan boşaldı. Ben farkında değildim. Kız öğrencilerden biri fırlayarak mendili ile çenemi kapattı… İşte o an! O anı hiç unutmam, hala o heyecanı yaşarım. Bambaşka bir sıcaklıktı o an!
Mm Elmasyan öldürüldü diye bir haber çıktı. Mm Elmasyan Sarıyer’in çok zengin Ermenilerinden biriydi. Kocası öldüğü için yalnız yaşıyordu. Vapur iskelesi karşısındaki sarı yalıda otururdu. Yalı kendisine aitti. 1945/46 yıllarında bir gün bahçıvanı sabah eve gelip kapıyı çalmış ses yok, beklemiş, beklemiş ses yok. Karakola gidip haber vermiş. Polisler gelip eve bakmış ve kadının öldürüldüğünü görmüşler. Polisler haber veren Bahçıvan Panço Villa Enver’i çektiler karakola, konuşturmaya çalışmışlar, adamı küllüm etmişler vura vura, konuşturamamışlar Enver’i. Oysa Enver’in bir bildiği yok. Yıllarca olay üzerine gidildi. Zamanın çok önemli hırsızlarından Ermeni Ohannes’i aldı polisler, daha öncede eve girip hırsızlık yapmış. Ama adamı bırakmak zorunda kalmışlar… Efendim 30, 40 yıl sonra bir Laz takacı tarafından öldürüldüğü ihbar edildi. Adam öldürmüş parasını mücevherlerini alıp Bulgaristan’a kaçmış. Yani olay faili meçhul kaldı… Oysa genel kanı, işgal döneminde İngiliz Ajan Bennet’in hesabına çalıştığı için Sarıyerli Kuvvacılar tarafından öldürüldüğü idi. Demek değilmiş…
II. Dünya savaşının en hareketli yılları. 1943/1944… Vapur İskelesi yanındaki kumsala 4 Alman askeri leşi kıyıya vurdu. Herkes koştu, pati pati biz çocuklarda gittik. Asker elbiseleri içindeydiler. Elbiselerinden Alman olduğunu anladı polisler alıp götürdüler… Aradan uzun yıllar geçti. Bir kış günü Sarıyer Çeşmeleri ile çalışmamız vardı. Sarıyer Lisesi Tarih öğretmeni Beyhan Aksop ile öğrencilerle beraber izin alarak Almanların Tarabya’daki yazlık yerleşkesine gittik. Müthiş soğuk ve kar yağışı vardı. Yerleşkenin büyük koruluğu içinde aradıklarımızı bulduk, notlarımızı aldık. Bu arada mezarlıklara gittik ve Sarıyer’de kıyıya vuran 4 Alman askerinin burada gömüldüğünü, isimlerini de duvardaki listede okuyarak öğrendik. Meşhur Mareşal Möltke’de bu mezarlıkta yatıyordu.
II. Dünya savaşı bitti bitecek, yani 1943-1946 yılları… Herkes bir iş yapmak zorunda geçim zor. Ev kirası 4 lira. Ama para temin etmek, kazanmak zor mu zor! Ekmek, şeker, basma, Amerikan, kömür karne ile. Kaptan sokakta Romanyalı Zehra Hanımın evinde oturuyorduk… Yazdı, evden çıkarken, ev sahibinin oğlu gördü beni. “Gel bakalım” dedi. Yanına gittim “Neden çalışmıyorsun?” dedi. Bön bön suratına baktım. Ağabeyimin boya sandığı vardı kapı arkasında, onu aldı ve “yürü” dedi. Abbas’ın fırını önüne geldik. Boyacı Şükrü Dayıya “Sana emanet dayı. Alışsın üç beş kuruş kazansın” dedi gitti… Böyle başladı boyacılığım. Yıllar geçti aradan, ortaokuldayım, okuldan çıkıyorum iki üç saat boyacılık yapıyorum, sonra gece balığa çıkıyorum. Bu arada her cumartesi günü okul hadememiz bir çift ayakkabı getirip boyatıyor ve 25 kuruş veriyor. Bu epey devam etti. Bir gün sordum “Ayakkabılar kimin?” diye. “Rıfat öğretmen gönderiyor, para kazanasın diye” deyince çok utandığımı hatırlıyorum. Ne yaptım dersiniz, bir daha boyacılık yapmadım, utandım. Rıfat hoca unutamayacağım bir öğretmendi, okuldan ayrılmadan anı defterime şöyle yazdı “Bir öğretmenin en büyük mükâfatı senelerin ardında kalan çocuklarının yetişmiş olmasını görmektir”. Gel zaman git zaman, askerlikte bitti, mal mülk sahibi olduk, kumculuk yapıyoruz. Bir gün Emirgan’da Aslanlı yalının biraz Sarıyer tarafında kum boşaltırken Rıfat Beyin geldiğini gördüm. Saklanmaya çalıştım ama yemedi, ilerledi yanımıza geldi. Sordu bu tekne (kum motoru kimin?”, “Bizim dedim”. “Neden saklanmaya çalıştın, çalışmak ayıp değil ki. Çalıştığını görünce çok sevindim” dedi. Doğru çalışmak ayıp değil! Bu önemli bir saptama benim için.
Sarıyer Halkevi müthiş bir kültür merkeziydi. Kütüphanesi, sağlık ocağı, jimnastik salonu, tiyatro çalışmaları, klasik Türk müziği, diksiyon dersleri gibi önemli etkinler vardı. İlk spor gazetelerini, ilk klasikleri burada okuduk.
İlk önemli hastalığımda buradaki Dr. Kostopolos baktı bana, hastanede tedavi olmamı söyledi. Tabii Esnaf hastanesine yattım, sulu zatürcem olmuşum… Altı ay evden çıkarmadılar… Penisilinin ilk çıktığı yıllar, bana kurtarıcı olmuş.
Neyse heves ettim güreşe, gittim yazıldım. Cemal Şahin’de yazıldı. Birkaç ay çalıştık, sona müsabakalar geldi. Arap Kemal hoca her müsabakada Cemal Şahin ile beni eşleştirince, Cemal’e “Bizden bi bok olmaz, baksana hep ikimizi güreştiriyor” dedim. Güreş bitti, bizde gittik. Bir daha yok… Halkevi, 1951 de Demokrat Parti iktidarı tarafından kapatıldı, kitapları çöplere atıldı. CHP sahiplendi, yıllarca yine de CHP bünyesinde hizmet verdi.
Gençlik durur mu? Nasıl dursun, kanları fıkır fıkır kaynar. Sarıyer’de Hidayetin bağı Kulübü var. Futbolcuların hepsi Sarıyerli ve yetenekli futbolcular; Baba Kenan, Sami Canel, Karamürsel İbrahim, Ciğerci Şükrü, Necip, Bahri, Muzaffer, Nedim, Canavar Mustafa gibi. Sarıyer S.K. de oynatılmadıklarından kulüp kurdular ve turnuvalara katıldılar çok da başarılı oldular. Buradaki futbolcuların büyük çoğunluğu Büyükdere’de oynadıktan sonra Sarıyer’e geldiler.
Bizim grubu da bu arkadaşlar aralarına almadılar, biz de 1950 de Zümrütspor’u kurduk.
Hepsi aynı yaş grubunda delikanlılar. Müthiş bir gruptuk. Bizim aramızdan da pek çok futbolcu çıktı ve Sarıyer’de oynadılar: Yıldırım Erdinç, Alman Mehmet, Aziz Termur, M. Salih Büyükdurmuş, Alidört İbrahim, Tınaz Urunç, Rıza Küçükerol v.d. Ben mi ben kaleci oynuyordum. Lisans çıkarmak için Ciğerci Şükrü, Gen, Kap. Numan Uzun’a götürdü beni. Numan Uzun beni görünce, yüzüme iyi bir tokat vurarak, “doğru okula, okulunu bitir sen” diyerek postaladı… Nemi oldu? Aradan sadece 8/9 yıl geçti 1959 yılında Sarıyer S.K. genel kurulunda aynı yönetime seçildik ve Numan Uzun ile uzun yıllar birlikte çalıştık.
YARIN DEVAMI OLUR İNŞALLAH.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)