Hayal Değil: Günler güleri kovalıyor, üst katmanlardan gelen istifa
seslerini, kabul etmiyorum sesleri bastırıyor. Ama bu önemli haberi de
koronavirüs denilen illet bir günde ikinci üçüncü plana indiriyor. Hem
de ne indiriş! Sosyal medyadan, basından destekler, karşı çıkmalar…
Tamamı bir gün içinde Covid- 19 karısında eriyip gitti. Destek
verenlerin isteği yerine gelirken, koronavrirüsten nefret edenlerin
“def ol” git istekleri daha bir süre devam eder gibi geliyor bana.
Meret hastalığı Türkiye tüm katmanlarıyla yenmeye çalışıyor ama sağ
olsun bizim halkımız “Allah verdi bu canı ı alır” diyor ve ısrarla
sokaklarda, çarşıda pazarda dolaşıp duruyor. Herkesin başına bir polis
verilemeyeceğine göre, işimiz daha bir süre devam eder. En iyisi
duyarlı olmak, yasaklara uymak, bu işin yok edilmesi için uğraşanlara
yardımcı olmak değil mi? Gelin, istenenlere uyalım, evde kalalım. Ben
de anılarımı yazmaya devam edeyim.
Antalya deplasmanına gittik (1967). Müthiş bir kadromuz
var. Rakip de çok güçlü. Müthiş bir maç oldu. Kaleci Şeref harikalar
yaratıyor. Cemil, Ruli, Ahmet, Rabbani, Adnan hepsi harika ve maçın
sonlarına doğru rakip bir korner kazanıyor. Rakip savunma oyuncusu
Seracettin (F.B.) kafa için bizim kaleye geliyor, Ruli de üzerine
gidiyor. Ruli avaz avaz bağırıyor, hakem oralı değil, Bağırmaya devam
edince hakem gidiyor “Ne var? Ne oldu?” demeden Ruli’yi oyundan
atıyor. Meğer rakibi bi tarafına dokunmuş (!) bağırması bundan. 10
kişi kaldı Sarıyer, kornerden de sonuç çıkmadı ve 0-0 berabere kaldık.
Maç sonu Av. Fikret Canlı ile Muhasebeye gittik. “134.- liralık makbuz
kesin, hakkınız bu kadar” dediler, bölge memuru. 10 bine yakın belki
daha fazla seyirci, beraberliğe düşen para 134 lira. Fikret Bey isyan
etti. Bağırdı, çağırdı, olmadı, olmadı, olmadı. Neticede 134. Liralık
makbuzu kesip verdik, Bana da içinde para olan bir zarf verdiler,
zarfı cebime koydum, çıkıp gittik. Akşam yemeğine Burdur’da yiyeceğiz,
yola devam ederken, zarfı açtım. Fikret Bey’e “Abi, bu zarfta çok para
var, bir yanlışlık oldu galiba” dedim. Baba Kenan’da geldi, yemekte
olayı tartıştık. Tabii ne olduğunu anladık. Adamlar açıktan sattıkları
biletin parasını ayırmışlar, doğrudan Antalyaspor’a verecekler o
parayı, zarfa koyup bir tarafa koymuşlar, bize de 134 lira ayırıp bir
başka zarfa koymuşlar. Zarfları karıştırmışlar… Fikret Bey, “Bu parayı
gelip isterler. Oradaki görevliler sıradan memur, parayı geri
alamazlarsa adamların maaşlarından keserler, sakın dokunmayın” dedi.
Fikret Beyin dediği gibi oldu. Pazartesi sabah işe gittim saat 11.00
civarında bir adam geldi. Odama girince tanıdım. Bana parayı veren
adam. Odaya girer girmez “Beni kurtar beyim” diye ağlamaya başladı.
Adam bisiklet ajanı, orada yevmiye ile çalışıyor.”Bana önce ne
olduğunu anlat, sonra parayı vereyim” dedim. Anlattı. Para doğrudan
Antalyaspor’a verilecekti. Her maçta böyle yapılıyor! Tabii zarfı
verdim, adam mutlu ayrıldı. Hangi kulüp böyle atraksiyon yapmıyordu
ki?
Sarıyer’in gol adamı Şop Cengiz. Şampiyonlukta büyük hisse
sahibi! Takımın Recep ve Ayhan’dan sonra en yaşlısı! Tabiri caizse dev
gibi bir adam. 1.90 boy, 90/95 kilo falan ama çok süratli ve güçlü
bir adam. Türkiye Amatör Takımlar Şampiyonu Trabzon İdmanocağı ile
İnönü Stadında Kupa maçı yaptık. Rakip bir gol atıp öne geçti. Sarıyer
bilhassa ikinci yarıda rakibi ablukaya almış bastırdıkça bastırıyor
ama üst üste gol kaçırıyor. Öyle bir an geldi ki yapılan ortayı altı
pas üzerinden Şop Cengiz dışarı atınca tribünde yer yerinden oynadı.
Sesler kesildiği anda Erdem Canlı’nın gür sesi duyuldu “Ulan patatesçi
çıkar formanı bırak çek git memleketine”… Maçı kaybettik. Ertesi gün
Şop Cengiz yerinde yok, öğleden sonra yok akşam da yok. Şop Cengiz, o
kadar üzülmüş ki o şekilde bağrılmasına, hemen pılını pırtısını
toplayıp Sarıyer’den ayrılıp memleketine gitmiş. Sonraları sordum
neden diye “Tanıdığım biri olmasa çekip gitmezdim, ama tanıdığım
birisi böyle yapınca çok kırıldım”. Bir kaç yıl sonra (1968/69) da
Sarıyer düşme hattında, Şop Cengiz Düzcespor’un en iyi adamı. Maçtan
bir gün önce İstanbul’a kız kardeşine gelmiş, oradan Zeki Ünal’a
uğradı, Zeki beni çağırdı gittim. Şop Cengiz bana “Hiçbir şey söyleme,
ben Sarıyerliyim, maçta oynamayacağım” der demez, insani duyguların ve
bırakılan intibanın ne kadar müthiş izler bıraktığını bir daha
anladım. Sonraki görüştüğümüzde “Soyun dediler, Sarıyer’in durumu iyi
değil, düşmesini istemem, beni oynatmayın, ısrar ederseniz futbolu
bırakırım” dediğini anlattı. Tabii ki dediği gibi futbolu bıraktı.
Allah rahmet eylesin.
“Ortanın Solu” sloganı ortalığı kasıp kavuruyor. Kimi
“ortanın solu, Moskova’nın yolu” diyor, kimileri de bizim gibi
“Kahveci ortanın solundan bir kahve yap” diyor. Böylesi bir zamanda
Bülent Ecevit’ in Sarıyer ilçe merkezine geleceği ve ortanın solu ile
ilgili konuşacağı haberini öğrendik. Tabii gittim. Salonda Vural Atik
ve Erdoğan Kobal’dan başka kimse yok, bir süre sonra Vehbi abi geldi
(Kızıltuğ) sonra iki kişi daha… Gereken kabalık toplanamadığı için
program yapılmadı ve bir süre sohbet ettikten sonra ayrıldı. Bülent
Ecevit’in gelişi gibi gidişi de sessiz oldu. Yanımızdan ayrılırken “Bu
günleri atlatacağız ve kısa zamanda çok güçlü hale geleceğiz, lütfen
umudumuzu yitirmeyelim” dedi… Dediği de oldu beş altı yıl sonra
iktidara geldiği gibi Kıbrıs’ın da Yunanlı Rumların zulmünden
kurtulmasına vesile oldu.
1968/69 sezonunda Sarıyer S.K. kötü günler geçiriyordu.
Düşmemek için boğuşup duruyordu. Aslında güçlü kadrosu vardı ama mali
imkânsızlık nedeni ile takımda direkt oynayacak amatör futbolcuları
profesyonel yapamadığımızdan yeteri gücü elde edemiyoruz. Bu nedenle
de her maçımız ayrı bir heyecan, ayrı bir olay… Kayseri’ye maça
gideceğiz. Cuma sabahı saat 09.oo da Kumsaldan hareket. Elli türlü
dedikodu dolaşıyor, “Sarıyerli futbolculara sızdılar, futbolcular
takımı satacak” gibi falan tuhaf söylentiler. Hemen önlem olarak v
genç takım futbolcularından dört beş kişiyi kadroya aldık. İlker
Büyükdurmuş, Şevki Ergüven, Eyüp Odabaşı, Yusuf Dalgıç gibi… Amacımız
bu futbolcuları, takımın as oyuncuları ile aynı odada yatırarak
dışarısı ile ilgilerini kesmek… Ama gençler tabii işi böyle kabul
etmiyor. Onlar takım kadrosun alındık, oynatacaklar diye düşünüyor.
Hele İlker Büyükdurmuş, Okula giderken yakalandı bize,” çabuk
ayakkabılarını al gel, deplasman kadrosunda varsın Kayseri’ye
gideceksin” dedik. Kurşun hızı ile eve gidip geldi ve yola çıktık.
Otelde oda taksimatı yapıldı bu kez as oyuncular şaşkın ve tabii
itiraz ettiler “Öyle münasip görüldü” diyerek çıktık işin içinden ama
yine de maçı 1-0 kaybettik. Tabii genç futbolcuların hevesleri
kursaklarında kaldı.
Emine ile Mustafa’yı Sait Ağabeyim Eyüp Sultan’a götürdü.
Eyüp Sultan hazretlerinin türbesini ziyaret ettiler. Namaz kıldılar,
döndüler. Nedeni, Mustafa sünnet olacaktı, Emine’nin de hatim duası
vardı. 17.10.1965 günü Mustafa sünnet olduktan sonra, Emine’nin hatim
duası yapıldı. Demek istiyorum ki, aileler çocuklarına dinini
diyanetini kendisinin eli altında rahatça öğretebiliyor. Emine’de altı
yaşında Kur’an-ı Kerim’i okudu öğrendi ve hatim indirdi, bizde o gün
duasını yaptık…
DEVAMI YARINA…
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)