Koronalı günleri yavaş yavaş eritiyoruz. Durum onu gösteriyor. Böyle giderse bir ay sonra her halde sıfırlanır. Şu ikinci dalga gerçekleşmezse olay bitmiş denilebilir. Ama yine de tedbiri elden bırakmamak gerekir diye düşünüyor ve anıları devam ediyorum.
Basın şaka yapmaz, hele bir nisan değilse. 16.8.1976 günü çalıştığım yere üst üste telefonlar geliyor. Santral bağlıyor bana “Yahu doğru değilmiş, oh be…” diyorlar. Ben dalga geçiyorlar zannettim. Bu arada dayımın oğlu Dr. Turhan Erlik de arayınca durumun ciddi olduğunu öğrendim. Bana “Günaydın ya ta Hürriyet gazetesi al, bak” dedi. Alıp baktım tabi. Kilyos’ta bir ceset bulunmuş, yapılan araştırmada İbrahim Balcı isimli birine ait olduğu görülmüş ve basına yansımış. Dostlar da benim öldüğümü zannetmişler, arayıp sonranlar bundanmış. Demek ki daha görecek günlerimiz varmış, hala yaşadığımıza göre, görecek günlerimiz var demektir.
Sarıyer’in antrenmanını izliyoruz. Bir arkadaş geldi ve “Hidayetinbağı’ndaki ağaçları kesiyorlar” diye haber verdi ( 22.6.1970) “Kim kesiyor?” diye sordum “Deli Mehmet başlarında duruyor” dedi. Yaşar İnal ile birlikte hemen koştuk. Gerçekten, elektrikli testere ile hayli ağaç kesmişler. Hemen müdahale ettim. Deli Mehmet’e “Yanlış yapıyorsun, yahu sen burada büyüdün, burada top oynadın, hepimizin yeri burası sen nasıl mani olmazsın?” diye sitem ettim,”Yahu bana bunların başında dur senin hakkını vereceği dediler onun için duruyorum” deyince anladım Mehmet’i kullandıklarını. Mehmet Sarıyer’de sevilen ve sayılan biri, ondan istifade edecekler… Ben Mehmet ile tartışırken, yaşlıca bir adam oradan çekip gitti. Durumu öğrendiğimi, ilgili yerlere bildirdiğimi söyledim. Adamları gönderdik ama bu arada yirmiden fazla dev ağaç da kesilmiş oldu. Ben hemen kulübe gittim.
İ.Ü. Orman Fakültesi Dekanlığına, Valiliğe, İstanbul Belediye başkanlığına, Yüksek Anıtlar Kuruluna dilekçe yazdım ve vatandaşlara imzalatarak gönderdim. Orman Fakültesinden asistan Sabri Sümer (Sonra Profesör oldu) gelerek ağaçları tetkik etti, ağaçların sağlam olduğuna dair rapor verdi.
Bu alan yani Hidayetinbağı taaa Osmanlılar döneminden beri Sarıyer’in bilhassa fakirlerin piknik yeri, eğlence alanı, bayramlarda bayram yeri, delikanlıların futbol oynadığı bir alandı. Alanda 68 dev ağaç vardı. Çınar ve Dışbudak. Evet, büyük kısmı kurtarıldı ama 28 ağaç da kesilmiş oldu…
Her zaman yermenin anlamı yok. haklıya da haklı dememiz gerekir. Bu alan yıllar sonra Sarıyer Belediye Başkanı Yusuf Tülün’ün ısrarla üzerine durması üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından kamulaştırıldı ve içerisinde bazı değişiklikler yapılarak park haline getirildi.
İşin tuhaf tarafı ağaçların kesilmesi için “Sarıyer Orman işletmesinden ağaçlar çürüktür raporu da almışlar). Böylesi hainlik… İşin ilginç yanı yazdığım dilekçelerin birer suretini imzalarla birlikte CHP İlçe Başkanı Şevki Bakırcı’ya işi takibi için vermiştim. Ardan 37 yıl geçtikten sonra yani 2013 yılında Şevki Bakırcı bu evrakları bana gülerek iade etti.
Kulüp lokalinin üst katında ve ana cadde ye bakan odada oturuyorduk. Eski Dış İşleri Bakanı Turan Güneş’in kulübe doğru geldiğini gördük. Baba Kenan, Ali Canbakan, Adnan Kurt, Bülent Termur aşağıya inerek kendisini karşıladık ve kulübe çıkararak çay ikram ettik. Çok mutlu oldu. Kulüp için “Anı Defteri” almıştım, yazı yazarak imzalamasını istedim. Yerine getirdi ve anılarından bir demet anlatarak kulüpten ayrıldı (Haziran 1976)…
Kulüp lokalinin önünde, yani Atatürk büstünün yan tarafında oturuyordum İlhami Sanay geldi. Elinde büyükçe bir sarı zarf! Yanıma oturdu. Yorgun görünüyordu. Sık sık nefes alıyordu. Eliyle biraz dur işareti yaptı. Bu arada dinlenmiş oldu. Bana dönerek “Balcı seni ne kadar sevdiğimi bilirsin.” “Bilirim” dedim. “Şimdi beni iyi dinle. Söyleyeceklerimi aynen söylediğim gibi yapacağım. Yeter ki sen tamam de” dedi. Ben de “Hele bir anlat” dedim. Başladı anlatmaya: “Göğsümde epey bir zamandır bir ağrı vardı. Çok doktora gittim bir şey yapamadılar. Geçenlerde hastaneye gittim. Film çektiler. Filmi bana vermediler, doktorunla konuş dediler.
Doktora gittim. Yarım saatten fazla benimle konuştu ve beni başından savdı. Adam bana kem küm etti. Doktordan şüphelendim. Ertesi günü hastaneye gittim. Filmi çeken bölümdeki görevli memuru buldum babamın filmi var onu almaya geldim dedim. Filmi veremeyiz dedi. Ben ısrar ettim, eline sıkıştırdım parayı, filmi bana verdi. Hemen Taksim’e gittim, bir profesör tavsiye etmişlerdi. Ona gösterdim ve “Babamın filmi dedim”. Hoca bir baktı, bu hasta en çok bir ay yaşar, zira akciğer kanseri çok ilerlemiş,her yananı sarmış” dedikten sonra şöyle devam etti “Kimseyle bir şey söyleme ben nasılsa yakında gideceğim, bu hastalıktan kurtuluş yok, seni sevmeyen, arkandan aleyhinde konuşan birkaç kişi var biliyorum. He de istediğini öldüreyim, ben içeri girsem de ertesi günü beni hastaneye gönderirler. Nasılsa öleceğim, sende bir pislikten kurtarırsın” dedi. Neyse bir saat dil döktüm İlhami’ rahatladı ve “Günah benden gitti” diyerek yanımdan ayrıldı. Beş on gün sonra da ölüm haberini aldık. Allah rahmet eylesin.
Eyüp Odabaşı’yı Fenerbahçe transfer edecek. Kulübe geldiler, pazarlık yapılıyor. Odada Baba Kenan, Adnan Kurt, Ali Canbakan, Bülent Termur var. Saatlerce süren bir pazarlık” Bu arada ben işten çıktım ve kulübe gittim. Odada tartışmaya şahit oldum. Baba Kenan sinyali çaktı. F.Bahçe’li görevliler 100 binden yukarı çıkmıyor.
Bir süre bekledim sonra da “Kurban pazarından kurbanlık koyun mu alıyorsunuz? Bırakın tartışmayı, ucuz malımız yok bizim.” dedim. F.Bahçeli yönetici kardeşim “Emin Bey’in selamı var, ricası var” deyince. Ne Emin’i kardeşim bastırın parayı alın futbolcuyu. Yoksa gidin” dedim ve ben odadan çıktım.
Kapı önünde taraftarlardan biri sordu ne oluyor diye bende “Emin Cankurtaran bedava eşek almak istiyor, parası yokmuş” dedim. Baktım adamlar gidiyorlar… İki gün sonra yine geldiler ve benim dediğim (Tabii aslında biz yöneticiler anlaşmalı olarak söylediğimiz) 200 bin liraya “Evet” dediler. Para alındı, el sıkışıldı ve Eyüp Fenerbahçeli oldu. Tabii olay bu değil, olay benimle ilgili.
Benim büyük çocuk Mustafa’ya iş arıyorum. Nazım Özbay’a söyledim. Tamam dedi ve iki gün sonra bir adres verdi oraya git, çocuğu da götür hemen başlasın dedi. Karaköy’de Selanik Pasajının ilerisinde bir binaya gittim. Mustafa yanımda. İçeri girdim bir sekreter hanım “Kimi arıyorsunuz” dedi “Nazım Bey gönderdi” dedi. İbrahim Bey mi?” dedi “Evet” dedim, “Otur biraz bekleyin” dedi. Beş on dakika bekledikten sonra içeri aldılar beni.
Eeee karşımda Emin Cankurtaran… Düştük mü eline. Sen misin büyük konuşan, atan tutan? Emin Bey ayağa kalktı, tokalaştı, hal hatır sordu ve bir yere telefon ettikten sonra Hemen götür işe başlasın dedi ama amiyane gülerek de bana ağır bir yanıt verdi. Sonra Nazım beyden öğrendim “Kulübe gelenler bütün konuşmaları, benim dışarıdaki konuşmamı Emin Bey’e anlatmışlar, meğer benim konuştuklarımdan biri Emin beyin şoförü imiş. Emin Beyin yanından ayrılırken“Kulüp yöneticileri birbirlerine her zaman yardımcı olmalıdır, kırıcı olmamalıdır” diyerek söyleyeceğini söyledi. Mustafa mı, üç beş ay çalıştı sonra tekrar işten çıktı.
FIRSAT BULDUKÇA DEVAM EDECEĞİM.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)