Misaki Milli sınırları içinde bulunan herkes kardeştir. Türkle Kürt kardeştir. Laz, Abaza, Çerkez, Arnavut, Çeçen ve diğerleri… Aynı yerde bulunan, aynı havayı soluyan, aynı kaderi paylaşan, uğrunda birlikte kan döktüğü toprakları savunanlar kardeştirler. Bu kardeşliği bozmak isteyenlerin oyunu tuttu gibi… Oysa Tanzimat’tan beri başlayan ülkeye nifak sokarak insanları birbirine kırdırma isteği nerede ise gerçekleşiyor. Doğru mu elbette dileğimiz olmaması!
Devlet-i Muazzama Türkiye’yi parçalamak ve haritadan silmek için yıllardan beri hazırladıkları planı uygulama alanına koymuş, buna İttihatçı liderler de, yeteri ileri görüşe sahip olmadıkları ve maceracı fikirleriyle alet oldukları için hayranı oldukları Almanların oyununa gelerek I. Dünya Savaşına katılmış ve Çanakkale zaferi kazanılmasına rağmen Almanlar pes ettiği için ülke yenik sayılmış ve işgale sürüklenmiştir. Ülkenin değişik yöreleri ve İstanbul işgal edilmiştir… Osmanlı tarihten silinecektir. Padişah ve arka arkaya görev alan Sadrazam ve hükümetleri İngilizlerin eline oyuncaktır. Ülkenin her türlü kazanımlarına el konulmuştur. Yani Osmanlı Devleti parçalanmak üzeredir. Sevr Antlaşması imzalanmış, Anadolu İngiltere, Fransa, İtalya arasında paylaşılmıştır. Orta Anadolu’da bir kanton bölge Türklere bırakılmıştır.
İşte böylesi bir ortamda Mustafa Kemal sahne aldı. Bu Çanakkale’den sonra ikinci kez başkaldırısı idi. Bu kez sadece Saray’a değil bütün dünyaya karşı başkaldırıyordu. Ülkeyi düşmandan ve işgalden kurtaracak yeni Türkiye’yi yaratacaktır.
Saray Mustafa Kemal’den rahatsızdır, İşgalciler rahatsızdır. Mustafa Kemal oyuncak olmayı reddetmiş ve apoletlerini çıkarıp atarak sinei millete dönmüş, mücadelesine devam etmiştir. Sonuç malum, 26 Ağustos 1922 de başlayan Büyük Taarruz 9 Eylül 1922 de sona ermiş ve düşman binlerce ölüsünü ve Ordu Komutanı Trikopis’i geride esir bırakarak çekip gitmiştir…
Cumhuriyete bu yoldan gidildi. Devrimler yapıldı, asayiş sağlandı, büyük olaylar önlendi, iş alanları açıldı ve çok parti denemesi üçüncü denemesinde rayına oturarak demokrasi bütün ilkeleriyle yürürlüğe girdi. Ama bu büyük atılımı, bu büyük başarıyı kendine yediremeyenler, eskiye özlemi olanlar vardı… Katran kazanını kaynatıp kurdular. Genel Kurmay Başkanlığının kurulmasını takiben yeni bir kanunla kurulan Diyanet İşleri Başkanlığını bile kabullenemediler ve halife, hilafet, kadı, şeyhülislam özlemi içinde ülkeyi karıştırıp durdular… Demokrat partinin tek başına iktidara gelişi müthiş bir atılım ve olaydı ama denge tutturulamadı ve beş yıl sonra her şey rayından çıktı. 1957 seçimi yıkılışa gidişin başlangıcı oldu… Anormal büyüme hızı hazineyi tam takır yaparken, dış borçlanmalar da kaosu ortada kaldıramadı ve aynen bugünkü gibi o günün hükümeti halkın üzerine gitmeye başladı. Büyük olayları (mali ve idari sıkıntı, demokrasiden vazgeçme, diktaya yönelme gibi) unutturmak için MİT’in hazırladığı bir eylem ortalığı birbirine soktu. “SELANİK’TEKİ ATATÜRK’ÜN EVİNE BOMBA ATILDI” bu haber İstanbul radyosundan saat 12 de geçildi. Oysa hazırlanan senaryoya göre bomba saat 13’de atılacak ve haber o zaman verilecekti. Küçük bir yanlışlık büyük olaylara neden oldu. İstanbul’da halk ayaklandı, Rumlara hatta diğer azınlıklara ait işyerleri, evler yağmalandı, insanlar baskı gördü, bir kaç kişi yaşamını bitirdi, çok insan yaralandı… Bu büyük olay Türkiye’nin imajını yerle bir etti. Yıllar sonra olayı MİT’in yaptığı anlaşıldı. İşte Türkiye o tarihten sonra gerilemeye başladı.
Zamanın hükümet Başkanı mali yardım alabilmek için Rusya ile flört yapmak isterken katran kazanı ABD tarafından kaynatıldı, Hükümet muhalefeti sindirmek için aydınların üzerine gitti, basını sindirmek için gazetelere baskı uyguladı, gazetecileri hapse attı. Üniversite gençliği sokağa döküldü, polis devreye girdi, Üniversite Rektörü Sıddık Sami Onar’ı tokatladılar, Orman Fakültesi öğrencisi Turhan Emeksizi öldürdüler ve nihayet son haber geldi bir gecede 27 Mayıs İhtilâli gerçekleşti ve hükümet alaşağı edildi.
Adnan Menderes hükümeti, birlik çağrılarına hiç yanıt vermedi ve hep muhalefeti suçladılar… Üst rütbeli askerlerin ikazlarına aldırış etmediler… Olan oldu, yargılandılar ama esas darbeyi olan TÜRKİYE oldu.
Askerler bir iki yıl içinde demokrasiye dönerek müthiş bir iyi niyet gösterdiler. Ama kaosun önü alınamadı ve her on yılda bir askeri darbeler yaşandı. Ülke zor da olsa demokrasi yolunda yürüyor, zaman oluyor azınlık hükümeti kuruluyor, zaman oluyor ikili, üçlü koalisyonlu hükümetler kuruluyordu…
Ülke ekonomisi büyüdükçe büyüyor, iktisaden gelişiyordu. Ülkenin dört bir yanında KİT ler ve şahıslara ait binlerce işyeri ile gelişme atağı devam ediyordu. Gelişmekte olan ülkelerde her zaman kriz ve kaos beklenir. Ecevit, Mesut Yılmaz, Devlet bahçeli üçlüsünün koalisyonu (CHP, ANAVATAN ve MHP) bozuldu… Bazı partiler kapatıldı, bazı partiler bölündü ve bazı partiler kuruldu. Kurulan partilerden biri de AKP oldu. Mevcut partilerden bıkan seçmen ilk seçimde yüklendi bu partiyi ve tek başına iktidara taşıdı… İlk birkaç yıl iyi ama sinsice ilerleyişi dikkat çekti. Atatürk’e, Cumhuriyete saldırıları, özelleştirme adı altında devletin 80 yılda sahip olduğu kazanımlarını(KİT) özelleştirme adına yerli ve yabancı yandaşlara ucuz fiyatlarla satmaya başladı. AKP kendi zenginini yarattı, kendi müteahhidini, kendi, armatörünü, kendi iş adamlarını yarattı. Halkı ötekileştirdi ve sizden-bizden diye adeta ayrıma soktu. Halk adeta çok zengin ve çok fakir olarak ikiye bölündü… Orta sınıf ortadan kalktı. Açlık sınırının da altında oyan asgari ücret çalışanın baş belası olarak boynunda asılı kaldı… Laiklik reddedildi, Atatürk’ün heykellerine saldırıldı, Tedrisat yerle bir edildi, okullar imam hatibe dönüştürüldü, üniversitelerin dekan ve rektörleri kapı kulu haline getirildi. Yolsuzluk, hırsızlık aldı başını gitti. Hükümet mensuplarının yolsuzlukları ortalığı karıştırdı. 17 ve 25 Aralık olayları bardağı taşırdı. Olayları soruşturan savcılar, hâkimler yerden yere vuruldu, polisler darmadağın edildi… Devletin değil, hükümetin polisi, hükümetin savcısı, hükümetin hakimi yaratıldı. PKK belası 2002 de etkinliğini kaybetmişken AKP nin iktidara gelmesi ve kısır politikası ile yine eyleme geçti. Bunu önlemek için MİT’in nezaretinde İmralı’daki A. Öcalan ile temas kuruldu, KÜRT AÇILIMI SÜRECİ adı ile bir süreç başlatıldı ve bundan medet umuldu. Oslo’da toplantılar yapıldı… Ordu Balyoz, Casusluk ve Ergenekon davaları ile budandı. Gezi olayları bütün ülke sathına yayıldı, hükümetin faşist yönetimi burada kendisini bütünü ile gösterdi ve büyük itibar kaybı yarattı. Yapılan seçimde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Reisicumhur oldu… Ama Başbakan gibi hareket etmeye başladı. Başbakan-Hükümet ve Reisicumhur üçlüsü her geçen gün biraz daha fazla hata yapmaya başladı.
PKK Kürt Açılımından bir şey çıkmadığını anlayınca eylemlerini fazlalaştırdı ve üst üste şehit haberleri gelmeye başladı. İki ay içinde güvenlik mensubu 118 vatan evladı şehit oldu… Güneydoğu tamamen karıştı. Her İlde, her ilçede olaylar birbirini kovaladı. Ordu ve polis PKK avına çıktı. Açılım süreci içinde şehir; ilçe ve köylere yuvalanan PKK lıların peşine düştü. Şu anda Cizre abluka altında, sıkıyönetim var… Halkın katliamlara tepkisi sert oldu. Binlerce insan bütün ülke sathında ayaklandı ve protesto gösterileri yaptı. Bazı yerlerde taşkınlıklar meydana geldi. Hürriyet Gazetesi, AKP li bir milletvekilinin önderliğinde basıldı, bardak taştı, su boşaldı. Ülke zor günler geçiriyor.
Ülke karanlığın içinde yüzerken Sayın Reisicumhur hala “400 milletvekili verseydiniz bu olaylar olmazdı” diyor. Halkın öfkesi daha da artıyor. Oysa Sayın Reisicumhur’un konuşmaları çok zaman birbirini tersler. İşte birkaç örnek (Bedelli askerlik için şöyle diyor): “Şahsen böyle bir sorumluluğun altına giremem. Çünkü parası olan var, parası olmayan var. Parası olan bastıracak parayı, askerlikten kurtulacak, parası olmayan da gidip askerlik yapacak. Biz yola çıkarken kimsesizlerin kimsesi olarak yola çıktık.” Bir diğer söylemi şöyle: “Bedelli askerlikle ilgili çalışmalarımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu işi tamamlayıp hemen adımı atacağız ve bedelli askerlikle ilgili yasayı çıkarmış olacağız”. Böylesine ters söylem olur mu?
Libya Türkiye’nin dostudur. Kıbrıs olaylarında Kaddafi’nin rolü inkâr edilemez. ABD Libya’yı parçalayacak ya, Kaddafi üzerine saldırır. Nato’nun da harekete geçmesini ister Bu olay karşısında R. Cumhur R. T. Erdoğan şöyle der: “Nato Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle saçmalık olabilir mi ya! Nato’nun ne işi var Libya’da?” Ama çok geçmez bu kez şöyle der: “Nato Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir.” Allah Allah kimi inandıracaksınız bu söylemle!
Bu ve bunun gibi pek çok birbirini tutmayan ve birbirini yalanlayan söylemler. İşte bir yenisi; Tam da günümüzle ilgili: Şöyle diyor Sayın R.T.Erdoğan: “Ülkede erken seçim çığırtkanlığı yapmak, bu ülkeye ihanettir”… Peki, bir süre sonra söyledikleri! İşte onu da yazalım. Sayın R.T.Erdoğan şöyle diyor: “Erken seçime gidilmesi ülkemiz için en hayırlı olandır.” İşte bu gibi konuşmaları nedeniyledir ki Sayın C.Başkanı R.T. Erdoğan inanırlığını yitirmiştir.
Sayın Reisicumhur R.T. Erdoğan’ın aslında yapacağı tek şey var. O da ülkemiz bugün çok zor günler geçirirken, AKP şapkasını başından atarak, TC yazılı şapkayı başına giyip konuşmalıdır. Küçük, büyük bütün parti liderlerini bir araya toplayarak, günün önemi, Türkiye’nin çıkarı ve doğru yola girmesi üzerine, bildiklerini anlatmalı, önerileri almalı ve bu kaosa bir çözüm üretilmesine yardımcı olacak, yolu göstermelidir! Sayın Reisicumhur daha neyi bekliyorsunuz?
Reisicumhur, ülkeyi yöneten adam değil, murakabe eden, temsil eden adamdır. Ülkeyi Başbakan ve hükümet yönetemiyorsa, yıkılış geliyor demektir. Şimdi o noktadayız.
Allah korusun!
İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)