İzin çıktı attık kendimizi sokağa! Ne kadar da özlemişiz
kaldırımları. Etrafa mı bakalım, adım attığımız kutsal toprağa mı?
İkilem! Gelen geçenlerin selamını bekledim bir süre. Gelip geçen yok
ki! Birkaç kişi ile göz göze geldik, biri bastonuna dayanmış zor
gidiyor, bir diğeri merdivene oturmuş nefes tazeliyor. Biri ellini
kaldırdı “Uğur ola” dedi, diğeri başı ile selam verdi.
Ara sokaklardan dışarı çıktı benim gibi yaşlılar tek tek. Pek çoğunda tedirginlik
gördüm. Adımlarını atarken bile düşünceli. Neden diye geçirdim
içimden, yanıtı yine kendim verdim. Ben de öyle değil miyim? Öyle ya
eski tekdüze yürüyüşün yerini daha dikkatle adım atma aldı. Basacağım
yeri belirliyor, sonra adım atıyorum gibi geldi bana.
Çarşıya indim kimseler yok. Küçük parka üç beş kişi oturmuşlar iki büklüm! Sanki
dünyadan ilişkilerini kesmişler, başlarını yerden kaldırmadılar bile.
Cami kapalı… Tuvalet kapalı… Halk yok, herkes evinde. İzin sadece 65
yaş üstü kişilere…
Sarıyer merkez ölü bir kent gibi desem yeridir. Hatta eski
dönemlerin anti kenti gibi… Hele Ali Kethüda Camii’nin son halini
gördükten sonra bu kanaatim pekişti. Firdola etrafını kapatıp bakıma
alınmış. Ne zaman biter, ne zaman ibadete açılır bugünden belli olmaz.
Birkaç kare fotoğraf çektim, attım arşive ilerde gerekli olur diye… Az
değil büyük bir onarım ister. Bina hurdahaş olmuş yıllardan beri. Son
önemli onarımı 1969 yapılmıştı.
Taşiskele parkına doğru yürüdüm. Sağda solda aşina yüzler.
Ama tanıyabilirseniz tabii? Herkesin yüzünde maske, sadece göz ve
kaşlarından tanımak gerek. Birkaç kişi ile gülüştük, sen misin? Sen
misin? Takıldık… Parka girişte sol tarafta bir grup aralıklı
oturmuşlar. Ancak istenilen gibi değil, biraz sıkça. İlerledim beş on
adım, küçük akasya ve çınar ağacının altında on onbeş kisi. Hepsi de
65 yaş üzeri arkadaşlar. Her biri maskeli. Sanki maskelilerin işgali
altında sahil…
Sarıyer S. K. kafateryası bizim mekânımız. Biraz da
varımız yoğumuz gibi. Vazgeçemediğimiz uğrak yerimiz. Şükrü Denizeri,
Ataman Aslan, Mehmet Aslan, Emir’in İbrahim, Ekrem Aslan aralıklı
oturmuşlar. Selamladık birbirimizi. Özlem giderdik bakışlarımızla.
Arif Odabaşı, sonrasında Semih Kandemir geldi. Koyulaştı sohbet. Biraz
ileride birkaç hanım ve eşi ile oturan Sami Canel… İki ay ayrı
kalmanın ne demek olduğunu sohbet sırasında daha iyi anladık.
Hastalar, iyileşenler, ölüp dünyayı terk edenler gelip geçti
sözcüklerimiz arasından… Balıkçılar çarşısı kaput, ne tezgâh açık ne
de kimse var. Banklarda seyrek de olsa oturanların mevcudiyeti,
martıları kışkışlamakla anlaşıldı. Zavallı bu kuşlar da aç, sefil.
Denizde balık olmayınca ne yapacaklar ki? Kedileri de zayıflamış
gördüm… Renkli kediler, sanki aynı kalıptan çıkmış. Dolanıp durdu
bacaklarımız arasında ama Arif imdada yetişti. Belediye bakıyor
kedilere kenara köşeye yemek bırakıyorlar aç kalmasın diye dedi.
Yavaş yavaş zenginleşti ortam. Ömer Sezgün geldi,
sonrasında Cüneyt Dinç, Börekçi Ahmet. Erdoğan Akın el sallayanlar
oldu karşıdaki küçük çınarın altından. Evlerde nasıl vakit
geçirdiğimizi anlattık bolca, biraz da dedikodu, çekiştirme.
Atatürk heykeli yerli yerinde! Sanki Atatürk Sarıyer’i bu
yalnızlık içinde korumaktadır. Hemen arkasında banklar… Evet, banklar
de yaşlı yaşlı kadınlar ve beyler. Karı kocalar yaşlı hallerinde
balayını yaşar gibiler…
Çok hafif bir yel, denizi bile kıpırdatmıyor, geçiyor
uzaktan harp gemileri sülün gibi, boynunu uzatarak boğazın durgun
sularında ilerliyor. Belli ki tatbikattan dönüyorlar, içlerinde
tezkere bekleyen yiğitler… Kaç mil yol yapıyoru tartıştık bir süre…
Gelip geçtiler harp gemileri, dalgaları sarstı limandaki sandalları…
Tatlı bir sıcaklık içimizi ısıtırken, bir grubun birlikte
kalkığını gördüm. Bir hikmeti vardır diye düşündüm, Ama hikmeti değil
emir varmış meğer. 65 yaş üstü olanların izin saati dolmuş meğer.
11.00 den 15.00 ‘e kadar izin, sonrasında herkes eve… İster istemez
ayaklandık, önce fırına uğradım, iki pide aldım d ştüm yola. Koru
Mandra sokağa ile Kocayemiş Sokağı merdivenlerini nasıl çıkacağım
düşünceleri içinde merdivenleri vurdum kendimi. Bir, iki, üç, beş on
derken tıkanıp kaldım. Gitmem imkânsız. Zira 112 merdiven ve ayrıca
200 metre kadar meyilli yo var. Hemen Adnan Özcan’ı aradım “eve
çıkamıyorum, ara…” demeğe kalmadı bekle geliyorum dedi… Oğlu Selçuk
gelip aldı beni eve kadar götürüp bıraktı. Böylece bir koca günü
arkada bıraktık, yine evdeyiz…
Sabırla bekleyeceğiz Covid- 19 ülkemizi terk edene kadar.
BU VESİLE İLE TÜM ANNELERİN GÜNÜ KUTLU OLSUN.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)