Sevgi sonsuz ama yaşamak güzel: Elinde sigarası, sağa sola bakarak ilerliyordu. Henüz
nereye gideceğine karar vermemişti. Ama ayakları onu Kumsal meydanına
götürüyordu. Hava açık ama soğuktu.
Her ne kadar güneş yüzünü göstermişse de sıcaklığını havaya dökmemişti. “Olsun” dedi kendi
kendine, en iyisi, rüzgâr çıkmadan Büyükdere’ye kadar yürüyerek,
oradan tekrar Sarıyer’e dönmek diye düşündü…
Bu düşüncelerle yürümeye başladı. Dalgındı, sigarası parmaklarını yakınca kendine geldi ve
izmariti tiksinerek attı. Parmaklarına baktı iki parmağının iç
kısımları sigara dumanında sararmıştı. Üstelik pis de kokuyordu,
iğrendi, bir iki hafifçe öksürdü ve çıkan balgamı denize fırlattı. Şap
diye balgam denize düştü, durup baktı. Sanki küçük bir ekmek parçası
ya da bir simit parçası atmış gibi iki martının denize pike yaptığını
gördü… Hislendi, durup martıları seyretti bir süre, tekrar yürümeye
başladı. Yeni otel olan Kocataş Yalısı önüne kadar gelmişti. Bankta
birkaç dakika oturdu, cebinden aldığı bir el kitabına göz attı. Belki
bir iki satır okudu, okumadı tekrar kalktı. Kitabı cebine koydu ve
yürümeye başladı. Fazla yürümedi, Aşk-ı Memnu filminin çekildiği,
Koçlara ait yalının önüne geldiğinde iki güzel kızla karşılaştı. İkisi
de simit yiyordu. Hiç çekinmeden yanlarına gitti ve “Bir parça simit
verir misiniz” dedi. Kızlar şaşırdı, birbirine baktılar, sonra da
sarışın olanı gülerek “Tabii, buyurun” deyip elindeki simidin yarısını
delikanlıya verdi. Ayrıldılar, kız beş on adım sonra dönüp baktı,
delikanlı da o anda bakıyordu, göz göze geldiler. Bir süre sonra
tekrarlandı dönüp bakmalar…
Delikanlı turu tamamlamış dönüyordu. Sadberk Hanım
müzesini geçti, Liseliler parkını da arkada bıraktı, Rus Elçiliği
Yazlığı önündeki polis noktasının arkasındaki banka oturdu. Boş
gözlerle denize bakmaya başladı. Ne kadar oturdu farkında bile
değildi. O iki kızın geldiğini gördü. Kalkmadı, gelmelerini bekledi,
neden bekledi onada bir karar veremedi ama kalkmakta istemedi canı.
Kızlar yaklaştı ve tam önüne geldiklerinde ayağa kalkarak cebindeki
simit parçacını cebinden alıp iki adım ileri çıkarak, kızlara “Bu
simit parçasını günün anısı için saklayacağım” dedi. Kızlardan sarışın
olanı, yani simidi vereni “ne oldu? Neden günün anısı olsun ki” dedi
yüzü kızararak. Delikanlı, durakladı, ne diyeceğini düşündü bir süre.
Aslında o simit parçasını martılara atacaktı ama aynı yere geldiğinde
yapacaktı bu işi. Bunu söylemedi, yüzünü kızarttı espri olarak
“Güzelin verdiği bir şey yenmez, atılmaz, saklanır” dedi. Kıkır kıkır
güldü kızlar, dönüp gittiler…
On günden fazla devam etti delikanlının Sarıyer Büyükdere
arası piyasa yapması (gidip gelmesi). Hemen hemen her seferinde de bu
iki kızla karşılaştı. Hep bakıştılar.
Delikanlı her geçen gün biraz daha tuhaflaşıyordu. İçinde
bir kıpırdama, bir heyecan çalkalanması oluyordu. Zaman zaman dalıp
gidiyor, adını bilmediği sarışın kızı aklından çıkaramıyordu. O kadar
tuhaflaşmıştı ki uykusu bile düzensizleşmişti, değişik biri olmuştu.
Son on onbeş gün kıza rastlamamıştı. Her sabah aynı saatte
gidiyor, dönüyor ama karşılaşmıyorlardı. Epey devam etti bu durum. Bir
ay geçmişti her halde… Karşılaştılar, yüzü güldü delikanlının, neşesi
yerine geldi. Bu kez sarışın kız yalnızdı. Üzerine giderek “Epeydir
görünmediniz, gözlerim hep sizi aradı” dedi. Yanıtı kısa oldu kızın
“Geldim işte”… Bir süre konuşmadan durdular. Delikanlı “Arkadaş
olalım, ne dersin?” diye sordu. Kızın yüzü pembeleşti, soluk alış
verişi hızlandı “Olur, olur, neden olmasın” deyiverdi bir çırpıda…
Delikanlı elini uzattı “Ben Kurtaran” dedi. Sarışın kız biraz geri
çekildi “Ben de Tamay” dedi. Delikanlının eli havada, arkadaşının
elini uzatmasını bekliyordu. Tamay gözleri buğulanarak konuştu… “Fazla
yaklaşma, rahatsızlaştım, koronavirüsten tedavi gördüm, kurtuldum iki
gün önce çıktım. Seni görmek için kendimi dışarı attım, özür dilerim”…
Sevgili bile olamadılar, ikisinin de gözlerinden birkaç
damla yaş süzüldü yanaklarına, ayrıldılar…
SEVGİ SONSUZ AMA YAŞAMAK ÇOK GÜZEL! YAŞAMAK İÇİN EVDE KALIN.
İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)