Günün erken saatinde evden çıksam! Önce sahile inip bir
çay içtikten sonra çıksak yola, doğru bir vasıta ile R. Hisar’a
gitsem. Epey zamandır yollara düşmedik. O nedenle haylide özledik
yolları arşınlamayı. İlk durağım R. Hisar Kalesi yanındaki kafeterya
olsa, oturup iki demli çal içsem arka araya. Sonra doyasıya teneffüs
etsem boğazın ılıman rüzgârını, hatta oturduğum yerden bir fatihe
göndersem Aşiyan mezarlığında ki merhem ve merhumelere…Sonra kalksam
ve Sarıyer’e doğru yavaş adımlarla yürüsem. Eski R. Hisar evlerini
seyretsem, vapur iskelesinde durak yapsam. Gerçi iskele kalmadı ya.
Kaptı zenginin biri balık lokantası yaptı. Her ne kadar bir zaman önce
yandı ise de yine de yerli yerinde. Hele iskele yanında çapari ile
balık tutanları seyretsem bir süre, ağaç dibinde iki büklüm duran ama
iç cebinden şarabını çıkarıp yudum yudum içen dünya vatandaşını
izleyip bir fotoğrafını çeksem…
Durmak yok yola revan olurum yine… Hatta kendime güvenip
olsa da yürüyerek çıksam yola. Caddenin her iki yanındaki devasa yalı
ve binaları seyrede seyrede ilerlesem. Baltalimanı’na vardığımdae
biraz duraklasam ve büfe önündeki çaycıdan bir çay içsem, sonra da
hastane bahçesine girsem olmaz mı? Neden olmasın! Bal gibi olur!
Girişte sizi devasa manolya ağacı karşılar. Dev gibi bir ağaçtır.
Mevsimi ise manolya çiçeğinin kokusu ile kendinden geçer, yanına
hayranlık duyduğun bir hanım arkadaşın gelse de birlikte o müthiş
kokuyu teneffüs etsen hoş olmaz mı? Unutmayalım bu manolya ağacı
bildiğim kadar İstanbul’un en görkemli ve en büyük manolya ağacıdır.
Sahibi ise her ne kadar Mediha Sultan olarak bilinse de binayı
yaptıran Mustafa Reşit Paşa’dır. Reşit Paşa oğlu Galip Paşa’yı Sultan
Abdülmecit’in kızı Fatma Sultan ile evlendirince yalının ismi de Ayşe
Sultan yalısı oldu. Ama devam etmedi ve Saray yine aynı Sultanın kızı
Mediha Sultan’a tahsis edildi. Mediha Sultanın kocası Ferit Paşa
sadrazam olunca saray sadrazam sarayı olarak tahsis edildi. Her ne ise
o tarihlerden günümüze kadar geldi bu saray. Önceleri araştırma
merkezi olarak sonraları da has tane olarak kullanılmaya başlandı.
Burada ne kadar kalırsan kal, hastalara dikkat etmezsen oturabilirsin,
hastaları görünce için çiz eder o zaman dışarı çıkarsın ve karşıdaki
Japon bahçesine gider beş on dakika gezersin, yine kendine gelirsin,
Yol bitmez önünde yalıları ile meşhur Boyacıköy gelir.
Bomboş arazı iken Padişah Kırkkilise olarak bilinen Kırklareli’nde
kırk boyacı aileyi buraya getirerek iskân ettirdi ve boyacılık
mesleğinin gelişmesini sağladı. O nedenle bu ismi aldı. Unutmayalım
omzu kalabalık pek çok askere ev sahipliği yapmıştır bu bölge. İttihat
Terakki’nin büyük isimlerinden Cemal Paşa Boyacıköylü’dür. Ne var ki
zaman zaman geldiği Yalısında bile rahat bir nefes alamış ve harp
meydanlarında gençliğini yitirmiş, bir oh diyecek zaman bulamamış. I.
Dünya Savaşı yenilgisi üzerine arkadaşları ile birlikte yurtdışına
kaçmışlar ve neticede Tiflis’te bir Ermeni Komitacı tarafından
arabasının içinde vurularak öldürülmüş. Tabii bu kadarla değil. Org.
Yaşar Büyükanıt da Boyacıköylü”dür.
Yolumuz Emirgan’a ulaşır, Çınaraltında aşina yüz ararsak
da bulmamız imkânı yoktur. Zira aşina yüzler ya tamamen eskimiş, kırış
kırış olmuş ya da gerçek dünyalarına ulaşmışlardır. Ulu çınarlar
altında oturmak, yudumlamak tavşan kanı çayı hoş değil midir? Hele
yanında bir tanıdık varsa ve yalan yanlış birkaç kelam edebiliyorsan.
Tarihin derinliklerine gider edebiyat konuşmalarının lezzetine varır
insan. Mevsiminde Emirgan korusuna postu sermek ayrı bir zevk değil
midir? Bin bir çeşit laleler arasında gezmek, mırıldanarak bir şarkıyı
terennüm etmek büyük haz vermez mi?
İstinye, tarihin derinliklerinde günümüze kadar gelen efsanesi ile
karşımıza dikilir. Bizanslar döneminde bir münzevi olan Danıel 33 yıl
bir mermer sütunun üzerine oturarak yaz kış gelip geçen ziyaretçilere,
bıkmadan, usanmadan vaaz ederek doğru yola gelmeleri çağrısında
bulunurken, bu münzevi Daniel’i dinlemek istemez mi insan?
Yeniköy İstinye arasında ki tepe… İstinye vapur iskelesi karşısındaki
kayalık, son belirlemelerde göre tam tamamına 650 milyon yıllık…
Koruma altına alınmış, önemli bir kalıntı. İnsan o yaşta olmasını ve
unutulmamasını istemez mi? Acaba o yaşta olabilsek durumumuz ne
olurdu? Belki de çok komik olurduk, olur ya belki de kendimizi bile
tanıyamazdık.
Yeniköy, Nihori! Yani adı üzerinde yeni bir köy! Osmanlı Sultanı
Trabzon’u zapt ettikten sonra Trabzon’dan bir miktar Hıristiyan aile,
Rize’den bir miktar Müslüman aile getirterek buraya yerleştirmiş ve
Yeniköy böyle kurulmuş. Öylesine gelişmiş ki Rusya’dan Kazak
savaşçılar onlarca şayka ile gelerek Yeniköy’ü soyup soğana çevirir ve
kaçıp giderlerdi. Güçlü Osmanlı bunun da çaresini buldu, Karadeniz’e
çıkardığı donanma ile Kazak savaşçılara ağır darbe vurmuş ve bir daha
gelmemişlerdir. Müthiş gelişme gösteren Yeniköy günümüzde İstanbul’un
en görkemli sayfiye yerlerinden biri. Havası iyi, yaşam pahalı, tam
bir zengin yeri! Öyle keyifle Muhtarlık yanındaki büyük parkta oturup,
bir saat kadar dinlenmek keyfe keder değil, keyfe keyif katar,
Yeniköy-Tarabya arası adeta yürüyüş parkuru gibi… Sahil boyu mükemmel
rıhtım ve yürüme alanı. Tertemiz denizi izleyerek Tarabya’ya yürümeye
başlarız. Kalender Kasrı ve Ordu evi arkada bıraktıktan sonra
Karşımıza Hüber köşktü çıkar. Muhteşem bir bina! Elden ele geçmiş ama
sonunda kazanan devlet olmuş. Halen Cumhurbaşkanlığı yazlık
yerleşkesi! Yani demek isterim ki bu koronavirüs günlerinde ülke
buradan idare ediliyor. Bu da Sarıyerli olarak bize zevk verir.
Tarabya koyu albenisi ile dikkat çeker. Mükemmel koyu ve marinası ile
deniz turizmine hizmet eder. Sahil boyu onlarca tavernası ile gece
âlemlerinin en hareketli merkezi olan Tarabya son yirmi yıldan beri bu
özelliklerini kaybetti, eski canlılığı yok. Adeta sıradanlaştı.
Kireçbunu bir başka âlemdir! Tam Karadeniz’e kapı açan bir konumdadır.
Zaten İsmi de Boğazın Anahtarı’dır. Boğazdan gelen her rüzgâr
Kireçburnu’nda patlar, hırsını burada alır ve uzanıp gider. Sonbahar
ve Kışın Kireçburnu sahilleri soğuk bakımından ürkütücüdür. Belki bu
nedenledir, küçük limanın etrafında dolaşıp duranların şişenin dibine
vurması.
Kefeyiköy şimdilerden sıradan bir yerleşim bölgesi, eskiden sayfiye
yerlerinden biriydi Bakla Deresini (Büyükdere) geçtikten sonra
Çayırbaşı da sollarsan, Çayırbaşı Camiini yaptıran Cerrah Mahmut
Efendi ile camiyi tamir ettirip bir de yanında çeşme yaptıran ama
Camii de yaptırdığı iddia edilen Cezayirli Gazi Hasan Paşa’yı
geçerken, her halde darılmaz bize. Aslında dili olsa da konuşsa acaba
ne der diye düşünür ve yürür gideriz.
Büyükdere vardığımızda biraz durak yaparız. Nedeni de istediğimi
bulmakta zorlanırız. Zira her yanı ile kozmopolit bir yerdir. Rum’u,
Ermeni’si, Latin’i, Germen’i, Rus’u, Türkü, Kürdü, Laz’ı, Arnavut’u
ile karma karışık kültürün hamur olduğu bir yerdir. Bir yapmacık küçük
Liman, yanında bir küçük park, karşısında Latin Kilisesi, gerisinde
Ermeni kilisesi, vapur iskelesi karşısında Rum ve İspanyol Sefateri
yazlığı yanında ikinci Ermeni kilisesi ile boy gösterir. Sadberg Hanım
Müzesi, Liseliler parkı ve sahil boyu dizilen yalıları ile harika bir
yer… Eskiden otuza yakın içkili olkantası olan bir yerdi ama şimdi?
Piyasa Caddesi Büyükdere çıkışı ile başlar, Bülbül sokağına kadar
devam eder. Bu sokak Büyükdere’yi Sarıyer’den ayırır. Sokağın tam
karşısında Bülbül Dalyanı vardı, kurulmadığı için elden çıktı.
Sarıyer’e doğru ilerlerken karşımıza yeni iki görkemle yalı çıkar.
Kocataş yalısını satın alan Araplar eski yalıların aynını yaparak iki
önemli eser kazandırdılar. Bir de muhteşem Kocataş suyunu hayrat
olarak akıtırlarsa, harika olur. Sarıyer’e doğru ilerler Kaptanyan
Yalısını da geçeriz. Bu yalı Vehbi Kaç Vakfı Lisesi idi, şimdi
kaderine terk edildi. Okul arkada… İleride eski Gezi Sineması… Burası
bir ara FETO’cuların eline geçti. Darbeyi takiben ellerinden alındı
şimdi ise Okul olduğunu öğrendik. İnşallah gerçek anlamda eğitim
veriyordur. Sağ tarafta Sarıyer Ordu evi, hem de ikisi yan yana. Biri
Denizcilere aitmiş. Biri tarihi bina diğeri zorla oturtulmuş gibi bir
şey. Birinci bina yani tarihi bine 1920 İstanbul’un işgalinde işgal
ordularının Rumeli yakası asayişi temin merkez binası idi. Komutanı da
meşhur Ajan Bennet’ti. Aman Yarabbi okuyan neler öğreniyor.
Sarıyer merkez eski Sarıyer değil. Türkiye’nin her tarafından göç
almış, karma bir köy havasında. Zaten resmi daireleri ve bilhassa
Kaymakamlık buradan gittikten sonra köy haline geldi. Aslında İsmini
Sarıköy olarak değiştirseler daha iyi ya! Yapılmadık bir bu kaldı.
Yenimahalle bilhassa azınlıklar gittikten sonra hemen hemen tüm
hayatiyetini kaybetti. Ermeni, Rum’u, birkaç Musevi’si ile çok canlı
bir mahalleydi, kayboldu gitti. Rumelikavak her geçen gün biraz daha
büyüyor. Nüfus olarak, işyeri olarak! Ne var ki iktisadi kriz balık
lokantalarını da vurdu. Ama yine de mahalleye inerken Otuzbir
bayırından boğazı seyretmek, sahil boyunda oturup mis gibi iyot
kokusunu içine çekmek ve çay içmek insana tadına doyum olmaz bir zevk
vermez mi?
Ben aklımdan geçeni, daha doğrusu özlemini duyduklarımı yazdım: Zira
üç aydır koronavirüs ile yatıyor, koronavirüsla kalkıyoruz. Üçüncü kez
izin verildi, dışarı çıktık. Hiçbir yer açık değil. Çiş yapacak yer
bile bulamadık. Hal böyle olunca hayal âleminde yaşadıklarımı yazdım.
İbrahim Balcı
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)