İki bin üç yüz küsur sene sonra gel de şu bizim Sinoplu Diogenes’i anmadan geç. Aradan geçen süre zarfında eşek (!) kadar olmuş insanoğlu onun bir fıçıdan ibaret evinin önünde Kral İskender’e ettiği lafın gittiği yere bile halen ulaşamamış… Onun İskender’e söylediği, benden bana veremeyeceğin şeyi esirgeme anlamına gelen “Gölge etme başka ihsan istemem” sözü otoriteye haddini bildirme sözü değil de nedir?
İskender’in Ben Kral İskender deyişine karşın, bana da insanlar köpek Diogenes derler yanıtı unvanları insanların verdiğini ifade etmekten başka ne anlama gelir? Hele, “Benden korkmuyor musun?” sorusuna karşın, “Niye, siz kötü birimisiniz ki sizden korkayım?” karşılamasına ne demeli?
***
Thomas Hobbes (1588-1679), bu İngiliz filozofunun en tanınmış eseri Leviathan’dır. Leviathan, Tevrat da adı geçen bir canavarın adıdır. Hobbes, bu su canavarının adını alıp devletin simgesine dönüştürmüştür. Hobbes bu eserini İngiliz iç savaşında kaleme almıştır. Sosyal bir sözleşmenin yapılmasını ve insanların mutlak bir egemen tarafından yönetilmesinin gerçekleşmesi arzusuna yöneliktir. İnsanın doğasından kaynaklanan savaş ve kaos durumunun sadece güçlü ve bölünmemiş bir hükümet tarafından engelleneceği iddiasındadır. Bu öyle bir güç olmalıdır ki, karşı durulamaz olsun, insanların içinde olsun ama insan olmasın. Hobbes, düzen olmadığı sürece kimsenin kendini güvende hissedemeyeceğini söyler ve o düzeni sağlama görevini de toplumsal sözleşmenin ürünü olan Leviathan adlı yapay canavara verir.
Neymiş bu Tevrat’ın içinde adı geçen Leviathan diye merak ettim. Birkaç yerde geçse de ayrıntılı tanımını Eyup bap 41 de buldum. Aynen yazacağım, çünkü hangi ruh halinin böylesi bir çözüm önerebileceğini anlamanızı istiyorum. Rabbi Eyup’e söylüyor:
“Levyatanı olta ile çekebilir misin? Ve ilmekle onun dilini sıkabilir misin? Burnuna sazdan ip takabilir misin? Yahut cengelle çenesini delebilir misin? Sana çok yalvarır mı? Yahut sana tatlı sözler söyler mi? Seninle ahit keser mi ki, onu daimi köle alasın? Onunla oynar mısın kuşla oynar gibi? Ve onu kızların için bağlar mısın? Balıkçılar takımı onu satın alırlar mı? Tüccarlar arasında onu pay ederler mi? Derisini kancalarla doldurabilir misin? Başını da balıkçı zıpkınları ile? Elini üzerine koy: Cengi hatırla ve bir daha etme. İşte, ona ümit bağlamak boştur: Onun bir görünüşü ile de insan yıkılmaz mı? Onu uyandıracak yüreği pek adam yoktur: Ya benim önümde durabilecek olan kimdir? Önceden bana veren kimdir ki ona ödeyeyim? Bütün gökler altında ne varsa o benimdir. Onun azası ile zorlu kuvvetinden ötürü ve yapılışının güzelliğinden ötürü sözümü kesmeyeceğim. Onun esvabının önünü kim açabilir? İki çenesinin arasına kim girebilir? Yüzünün kapı kanatlarını kim açabilir? Çepçevre dişleri dehşettir. Övündüğü onun çetin pullarıdır, sık basılmış mühürle kapanmışlardır. Biri ötekine çok yakın, aralarına hava girmeyecek kadar. Birbirine yapışıktırlar: Bitişmişler de ayrılamazlar. Aksırmaları ışık saçar, gözleri de fecrin kirpikleri gibidir. Ağzından alevli meşaleler çıkar ve ateş kıvılcımları sıçrar, burun deliklerinden duman çıkar, kaynayan kazandan ve yanan kamıştan çıkar gibi. Soluğu közleri tutuşturur ve ağzından alev çıkar. Kuvvet onun boynunda yatar ve dehşet onun önünde oynamaktadır. Etinin katmerleri birbirine yapışık; üzerinde pekişmişlerdir, kımıldanmazlar. Yüreği taş gibi serttir; Evet, değirmenin alt taşı gibi sert. O kalkınca kuvvetli olanlar korkar: Kendilerinden geçerler yılgınlıktan. Üzerine varılsa kılıç işe yaramaz. Ne mızrak ve kargı ne de zırh. Demir ona saman gibi gelir, tunç da çürük odun gibi. Onu ok kaçıramaz, sapan taşları onun için anız gibidir. Onun için topuzlar anız sayılır; kargının saldırısına güler. Onun karın altı keskin çömlek parçaları; çamurun üzerine sanki bir döven uzatır. Derin suları bir kazan gibi kaynatır. Denizi merhem çömleği gibi eder. Ardınca parlak iz bırakır; insan sanır ki, engin ağarmış saçtır. Karada onun benzeri yoktur. Korkusu olmasın diye yaratılmıştır. Her yüksek şeye göz atar: Bütün gurur oğulları üzerinde o kraldır.”
Yüz kırk üç yıl yaşadığı söylenen Eyub’ün bahsinde geçen bu Levyatan Thomas Hobbes tarafından toplumsal sözleşmenin ürünü devlet, onun deyişiyle Leviathan’dır. Tevrat’ın ilgili bölümünden bu uzun alıntıyı kasıtlı yaptım. Thomas Hobbes’un toplumsal sözleşmesinin garantörü olarak tanrısının ağzından Eyup’e aktarımı yapılan bu canavarı seçtiğini bilin istedim. Su canavarı da denilebilir. Tevekkeli değil, bir aynı gemideyiz lafıdır kullanılır durur. Kanımca aynı gemideyiz yerine aynı Levithan’dayız dense daha isabetli olurdu.
***
Niccolo Machiavelli (1469-1527), Floransa doğumlu olan Makyavel’in de bir iki asır kadar öncesinden konuyla ilgili bazı önerileri vardır. Bu görüşlerini, Prens (Principe) adlı eserinde dillendirmiştir. Örneğin Makyavel, nefret ettirmemek koşuluyla bir hükümdarın asıl gücünün sevilmekten ziyade korkutmaktan geçtiğini söyler.
Hükümete uymasını salık verdiği önerileri vardır. Bunlardan biri, hükümetin halkın yaşam kalitesini yükseltmek için ne kadar gerekli olduğunu halka göstermesidir. Tabi ki bunun için bir hileye başvurmalıdır. Nasıl mı? Herhangi bir bireyin yada kurumun veya bir örgütlenmenin üzerindeki kontrollü baskıyı geçici olarak gevşetirsin, bu gevşetme döneminde gerekli düzenlemeleri yaparsın, gevşetmenin neticesinde oluşacak kaos ortamını piyasaya sürerek kaos ortamının etkilerini yaşam kalitesi arayan halka gösterirsin. (Özgürlük mü istiyordunuz, alın size özgürlük (!)…) Ona göre, hükümdar var olan acımasızlığın ve ahlaksızlığın gücünü kavramalı, dengeyi korumak için bunun gerekli olabileceğini anlamalı. Hatta Makyavel, Kaba ve ahlaksız sanılmamak için dindar görünmeye çalışmayı salık verir. Daha da ileri giderek, İspanya kralı Ferdinand’ın İtalya’ya dini bahane ederek gerçekleştirdiği saldırıyı över.
***
Montesguieu (1689-1755), Fransız politik düşünürlerindendir. Dilimizden düşürmediğimiz yasama, yürütme, yargıyı ayırmanın önemini vurgulayan düşünürdür. Üç yönetim şekli sıralamasıyla tanınır: Cumhuriyet, Monarşi, İstibdat. Aralarında ayırım yapıp seçim yapar mı? Yapar yapmasına da bu umulduğu gibi bir seçim değildir. Kendi ülkesinin monarşiyle yönetilmesinden yanadır, doğu ülkeleri için istibdat yani despotizmi uygun bulur, cumhuriyeti ise küçük ülkelere önerir.
***
Bilgisayar diliyle şimdi yeni bir pencere açalım: Leviathan kudurunca Japonya’ya iki atom bombası sallar mı? İnsanlıkla dalga geçer gibi birine küçük çocuk (Little Boy) diğerine şişman adam (Fat Man) adlarını koyar mı? Sovyetler Birliğine atom bombasının sırlarını kaçırdılar diye iki yurttaşını elektrikli sandalyede kızartır mı? (Ethel Rosenberg, Julius Rosenberg) Sovyetlerin geri olacağı Amerikan varsayımına rağmen niye uzaya ilk çıkan isim Yuri Gagarin olmuştur?
Mesela toplumsal sözleşmenin bu biçimi eğer insanların güvenliği içinse, niye ırk ve cinsiyet ayırımı yapmak gereksinimi duymuştur? Daha genel oy hakkı tanınmadan önce niye mülk ve gelir sahibi kadınlara oy hakkı tanınmıştır? Niye Suudi Arabistan’da kadınlara yerel seçimlerde oy hakkı 2015 yılında tanınmıştır? Oysa Man adasındaki toprak sahibi kadınlara bu hak 1881 yılında tanınmıştı. Avustralya’da Leviathan için hangi toplumsal sözleşmeden bahsedebiliriz? Oraya dışardan taşınmış beyaz kadınlara oy hakkı tanınırken bırakın Aborjin kadınlarını erkeklerinden bile bu hak niye sakınılmıştır? Avustralya’da Aborjin katliamından başka neden söz edebiliriz?
1791 Fransız anayasası, aktif ve pasif yurttaş ayırımı yapıyordu, üç iş günü vergi verenlerin oy kullanabileceğini belirtiyordu. 1814 Fransa anayasasına göre 300 frank vergi verenler oy hakkına sahipti. Batı dünyasının üretimine bakıyorum, nalıncı keseri gibi yeni ahitten ziyade eski ahide gönül vermiş. Avustralya askerleri Afganistan’da otuzu aşkın sivil öldürmüş: E, bir yere medeniyet götürmenin başka yolu mu var? Leviathan iş başında…
***
Demokrasi nedir? Çoğunluğun yönetimi mi? Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim mi? Fakirin yönetimi mi? Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim mi? Kamu yönetiminde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim mi? Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim mi?
İnternet bağlantınız koptuğunda tıkladığınız site açılmaz da karşınıza şöyle bir yazı çıkar: Bağlantı sağlanamadı. Gerilirsiniz, belki bağlantı sağlayıcınıza okkalı bir küfür yollarsınız. Ya da giriş engellendi diye bir yazı çıkar karşınıza, muhtemelen kullanım süreniz dolmuştur, yeniden ödeme yapmanız gerekmektedir. Peki, anayasaya göre kamunun kullanımına açık olması gereken deniz, göl, dere kıyılarıyla, o kamu alanlarıyla, kamunun bağlantısı niye kopar? Mahalli liselerde çeşitli toplum kesimlerinden gelen gençler birbirleriyle kültür alışverişinde bulunur, ortak anılar oluşturur, bir ömür boyu sürecek dostluklar kurardı. Mahalli liselerin fişi niye çekildi? Onun üniversite puanı benimkinden az, nasıl oluyor o istediği bölümde okuyabiliyor da ben okuyamıyorum sorusunu soran gence, örneğin o genç kızsa, türban taktığın için okuyamıyor değilsin ya mı diyeceğiz. Hayat pahalığı başını almış dörtnala koşarken emeklemesine bile tahammül edilmeyen asgari ücretin kaderine ne diyeceğiz? Bedelli askerlikle angaryadan sayılmayacağı anayasada belirtilen askerlikten yırtanları görünce bedelsiz(!) askerlik yapanlara ne diyeceğiz? Dolaylı dolaylı alınan vergiler karşısında iş bulamayan gençlerimiz, vatandaşlarımız, Allah bile vermeden almıyor derse onlara ne yanıt vereceğiz? Ha muhalefet etmek, ha yasaklanmış siteye girmek, hadi birinde kafanıza göre ahlakı koruyorsunuz diğerine karşı mazeretiniz ne? Maske takmayı önce yasaklamak, sonra malum virüs zuhur edince maske takmamayı yasaklamakla beka sorununun göreli mi olduğunu söylüyorsunuz? Enflasyonun yükselmesi, düşeni kaldırmak insanlıktan gelir düsturundan mı? (Ben olsam düştüğünde bir tekme de ben vururdum ama içinizin el vermemesini anlıyorum.) Tıpkı, faize karşı olmanıza rağmen onun da düşmesine dayanamayıp ayağa kaldırdığınız gibi… Ne de olsa düşen enflasyon ve faizi ayağa kaldırmak insan olmanın erdemlerinden sayılır. Orda bir yol var uzakta gitmesek de, geçmesek de borcu borç bizim borcumuzdur, orda bir hastane var uzakta, gitmesek de yatmasak da eksik hastaları yaz hesabıma, malı götürürken hata olmaz ödemeler dolar üzerinden olsun. Sorunların büyük, şimdi senin gastritin falan da vardır, acı sana dokunur, acı reçeteyi bana getir taş gibi midem var her acıyı kaldırır…
Yine de kızarım ya sev ya terk et diyen adama, bu memleket babandan mı kaldı sana?
Uzadıkça uzar. John Locke, mülkiyetin kaynağı olarak emeği işaret ediyordu. Emek nedir? Mal veya hizmet üretimi sırasında ortaya konan insan kaynağıdır. Üretimi gerçekleştirenlerin fiziksel ve düşünsel katkılarıdır. Kafa ve el uyumu olmasaydı el kendi başına bir işe yaramazdı. Kimi beyin kanamalarında beyinle bağlantısı kopan organların felç olması bize bunu anlatır. Yani emek esas olarak düşüncenin varlığının bir sonucudur. Düşünsel egemenlikse bireyindir. Bireyin rekabet edebilmesi için düşüncesinin egemeni olması şarttır. Düşüncesinin egemeni olmayan birey, birey olamaz. Bu gün onun bunun uşağı olur, devran döner, dünyanın paspası olur. Canavarların ahengi mideleri dolu olduğu sürece devam eder, midelerini nasıl doyurdukları bir yana esas Leviathan aç kalmaya başladığında ortaya çıkar.
Gölge etmeyin, düşüncemiz yaşam kaynağımızdır, güneşimizdir ve sizin değildir. Ona sahip değilsiniz, onun üzerindeki egemenliğimizi kayıt altına alamazsınız, şarta bağlayamazsınız. Düşünmek bir hak değil, zorunluluktur. Düşüncenin ifade edilemediği yerde rekabet olmaz, emeksiz mülkiyet gasp sınırlarındadır. Diyojenler, güneşin Leviathan’ın mülkiyetinde olmadığının bilincinde…
İrfan Kaban
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)