Son Dakika Haberler

SİRK Gösteri Zamanı

SİRK Gösteri Zamanı
Okunma : Yorum Yap

Sirkte Gösteri Zamanı: Şu çadırın içinde akrobatlar, trapezciler, eğitimli hayvanlar, cambazlar… Şu çadırın içinde, yaşam-kalım bileti elinde kendini seyirci sananlar var. Günlük yaşamın hayhuyu içinde pişkin bir sirk gösterisidir hayat.

Fil, gösteri dünyasına atılmış, sirkte bisiklet biniyor. Fil ne yapsın, ekmek aslanın ağzında meselesi değil; nitekim filin hemen ardından aslan sahne alıp ateş çemberinin içinden atlıyor. İnsan türü ekstrem, her şeyin içine etmeye bayılır. İnsan bozmayı sever, bana kalırsa bozduğu şeyleri sever. (Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi tartışması bir yana)

Fil, bisiklete biner mi? Sirkte biner.

Aslan, ateş çemberinin içinden atlar mı? Sirkte atlar.

İnsan ateş yutar mı?

Onun ne zaman nerede ne yutacağı belli olmaz! İnsan dışında, filin ve aslanın alternatif bir maliyeti seçme şansları var mıdır? Yoktur, ikisi de seçmedikleri şeyin bedelini öder. Ev kedisinin, ev köpeğinin, kafes kuşunun ve ev kadınının akıbeti aynıdır. Bir de kobay olarak kullanılan hayvanlar var, en şanssızları da onlardır…

ŞARTLI REFLEKSİN DRAMI

Bir deney! Sonuçları için, İvan Petroviç Pavlov’un “koşullu refleks”, Vladimir Bekhterev’in “ilişki refleksi” dediği çağrışım refleksi deneyi… Hani, eti gören köpeğin salya salgılamasıyla başlayan, etin yanı sıra zil sesi ilavesiyle ivmelendirilen, sonucunda, ortamda et olmadığı halde zil sesi duyan köpeğin salya salgılamaya başlamasıyla tamamlanan deney. Reflekslerin diğer uyaranlarla birleştirilebilir, koşullanabilir olduğunu kanıtlayan deney.

Bu deneyin tanığı değilim, deneyin ilk olarak yapıldığı zaman diliminde yeryüzünde bile değildim. Benimki, okuduklarımdan edinerek belleğime işlenmiş bilgi. Ancak, okula gittiğim yıllar boyunca bu deneyin benzeriyle yüzleştiğim de bir gerçek. Yazının okurları için de aynı şey söz konusu…

Ludwig Van Beethoven’in “Für Elise” adlı eserini bilirsiniz, dinlemişsinizdir. En azından, eserin zil sesine uyarlanmış halini dinlemişsinizdir. Zaten ben de, o hale dönüşmüşünü konu edeceğim. Für Elise Türkçede “Elise için” anlamına geliyor.

Okullarda zil sesi olarak kullanıldığında ne anlama geliyordu? Dersteyken çalıyorsa, “teneffüs için” anlamına, teneffüsteyken çalıyorsa, “ders için” anlamına geliyordu. Onunla nasıl şartlandığını anımsayacağınızı umuyorum, hani öğrencilik zamanlarınızda dersteyken çaldığında sesiz sınıfın aniden gürültüye boğulduğunu hepten unutmuş olamazsınız.

1904 Yılında “fizyoloji ve tıp alanında” Nobel ödülü alan Pavlov, ödül törenindeki konuşmasında en temel, en güçlü güdünün yiyecek bulmak olduğunu vurgulayıp “koşullu refleks” deneyini anlatmış. Anlatmış anlatmasına da, İkinci Dünya Savaşında Alman tanklarına karşı kullanılan “anti tank köpekleri” bu görüşü pek doğrulamamış.

Zil yerine çağrışım olarak kullanılan tanklarla eğitilen (!) köpekler, tank altında et var alıştırması neticesinde bomba bağlı ve aç bırakılmış olarak cephedeki Alman tanklarının üstüne salınmış.

Tankların altında patlatılan köpeklerle, başlarda bir başarı elde edilse de, işe uyanan Almanların köpeklere ateş açması üzerine köpekler, en temel içgüdünün “hayatta kalmak güdüsü” olduğunu kanıtlayarak tüymüşlerdir.

Avını henüz yakalamış, yere yatırmış iştahla yiyecekken sırtlan sürüsünün kuşatmasına uğrayan aslanın yiyeceğinden kıçına bakarak uzaklaştığını biliriz. Sarf ettiği onca eforun ödülünün elinden (burada pençesinden demek daha doğru) sıyrılıp gitmesine gösterdiği rıza, temel güdünün “hayatta kalmak güdüsü” olmasıdır. Öyle olmalıdır. “Oyun kuramının” doğadaki uygulanışı da diyebiliriz.

Aç insan ne yapar?

Tüm açlığına rağmen ölümü göze almaz. Eğer alsaydı, yeryüzünde aç insan kalmazdı. Ya öldürülüp temizlenirlerdi ya da dünyadaki insan yaşamı yeniden düzenlenirdi.

Aç insanlarla, aç bırakılıp Alman tanklarının üstüne salınan ancak, mermiyi yiyince girişimini sonlandıran köpekler arasında bir fark olacağını sanmıyorum. Aç insanlar, yiyeceklere saldırdılar ve ateş altında kaldılar da mı aç olmalarına rağmen yiyeceklere saldırmıyorlar?

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK DRAMI

Bir daha deneme cesaretini yitirenlerin içler acısı bir durumu vardır. Nasıl mı?

Yapılan deneyde köpekler, sekizerlikten üç gruba ayrılmış: Kaçış grubu- Çaresizlik (boyunduruk) grubu- Kontrol grubu.

Deneyin başlangıcında, gruplardan kaçış ve çaresizlik grubu iki ayrı bölmeye konulup bunlara, otuzar saniyelik periyotlar halinde alttan elektrik verilmiş. Kaçış grubunun konduğu bölmedeki köpeklerin önünde bulunan butonlara burunlarıyla dokunmaları halinde akım anında kesiliyormuş.

Köpekler kısa zamanda, burunlarıyla butonlara dokunarak akımı kesmeyi öğrenmişler. Her akım verildiğinde aynı yöntemle elektrik şokundan kurtulmuşlar.

Çaresizlik grubunun bulunduğu bölmede de aynı düzenek olmasına rağmen, düzeneğin işlevselliği yokmuş. Dolayısıyla buradaki köpekler, burunlarıyla butonlara dokunsalar da elektrik şokundan kurtulamamışlar. Her periyotta çalışmayan butonlar, nihayet köpekler tarafından kullanılmaz olmuş ve köpekler kaderlerine boyun eğmişler.

Sonrasında üç grup birlikte, zemininden elektrik verilen ancak, küçük bir engeli atlamak koşuluyla elektrik şokunun etkisiz olduğu bölmeye geçiş olanağı sunan deneye tabi tutulmuş. Kaçış ve kontrol grubunun tüm köpekleri elektrik şokunun ulaşmadığı bölüme geçip akımın etkisinden kurtulurken, çaresizlik grubundan sadece iki köpek kaçış ve kontrol grubundaki köpeklerin başarısını gösterebilmiş.

Deney, öğrenilmiş çaresizliği kanıtlar nitelikte, ama durun! Daha da ötesi var. Ve sanırım bu, bizim mahalle baskısı dediğimiz şeyle de yakından ilgili…

TAZYİKLİ SOĞUK SU BANYOSU NE OLA Kİ?

Bir daha deneme cesaretini yitirenlerle, bir daha deneme cesaretini yitirenlerin baskısıyla bir daha deneme cesaretini gösteremeyenler. Şimdiki deneyimiz, ortasında bir merdiven olan, merdivenin üstünde ise muzların bulunduğu bir kafese beş maymunun konulmasıyla başlamaktadır.

Kafese konulan beş maymun, ortada duran merdivenin üstündeki muzları görünce, doğal olarak merdivene yönelir. Maymunlar merdivene tırmanmaya giriştiğinde ise, tazyikli soğuk suyla geri püskürtülürler. Her girişimleri başarısızlıkla sonuçlanır.

Bir kısmı muzlardan umudunu kesip merdivene tırmanmaktan vazgeçer, ne var ki vazgeçmek de bir işe yaramaz, çünkü merdivene tırmanma uğraşı vermekte ısrarlı olan maymunlara sıkılan su onlara da sıkılır.

Vazgeçenler bu durum karşısında girişimlerini sürdürenleri engelleme işine girişir, onları aşağı çekmeye uğraşır, hatta vazgeçenler vazgeçmeyenleri döver. Belli süre dirençten sonra vazgeçmeyenler de bir kırılma anı yaşar ve vazgeçer.

Şimdi kafesteki manzara şudur; ortada bir merdiven, merdivenin üstünde muzlar, muzlara ilgisiz maymunlar… Bir Afrika atasözünü anımsatan şey; “ormanda aslan, ceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir.” Ha Aslan ile ceylan, ha maymun ile muz ne fark eder? Belli ki, yolunda gitmeyen bir şey var. Deneyin buraya kadarı neyse ne de ya sonrası?

Deneyimli beş maymundan biri dışarı alınıp, yerine deneyimi yaşamamış yeni maymun konur. Yeni maymun, merdivenin üstündeki muzları görünce doğal olanı yapıp merdivene yönelir. Ağzı şimdiden muz ziyafetine hazırlık yapmıştır. (Sanki tek uyanık kendi, insan olsa frene basar, ortalığı kolaçan ederdi) Ama o ne?

Kafesteki deneyimli diğer dört maymun üstüne çullanıp onu girişiminden vazgeçirinceye kadar bir temiz dövüyor. Bunun üzerine, karşılaştığı tepkiye bir süre dirense de yeni maymun da girişiminden vazgeçip merdivenden uzak duruyor. Hadi bunu anladık diyelim! Bu kere, deneyimli maymunlardan biri daha yenisiyle değiştirilir. Bu yeni maymun da kafese girer girmez doğal olanı yapar, merdivene hücum eder. Tabi ki deneyimli maymunlar da ona…

Yalnızca deneyimli maymunlar mı?

Hayır, üstüne saldıranların en başındaki hiç ıslanmamış olan maymundur. Nedense yeni maymunu en fazla o hırpalar. (din değiştirenlerin en radikal dinci olması acep böyle bir şey midir?) Ta ki, vazgeçirinceye kadar neye uğradığını anlamayan maymunu döverler. (ıslatmanın dövmek anlamında kullanılması boşuna olmasa gerek) Maymun değiştirme işlemi devam eder ve her seferinde aynı seyir söz konusu olur.

Deneyin başlangıcında kafese konulan beş maymundan, yani ıslanma deneyimi yaşamış beş maymundan, yani muzların ıslanmayı çağrıştırdığı beş maymundan hiç biri kafeste kalmamıştır. Şimdi kafeste, ıslanma deneyimi yaşamamış olan, onun yerine muzların dayağı çağrıştırdığı maymunlar vardır…

Atılımla acının özdeşleşmesi, atılımın acıyla birlikte bilinçaltına yerleşmesi insan için de geçerlidir. Bunlar, her ne kadar hayvanlarla yapılan deney olsalar da, doğal ortamlarında hayvanların böyle deneyimler yaşadığı bilgisi yoktur. Yani, deney düzeneğini hazırlayan insanlardır, doğa değildir.

Yerleşik hayata geçen insanların, bilimsel deneyler değil ama toplumlarının oluşturduğu koşullar nedeniyle insan davranışlarını bilerek veya bilmeyerek örneklerdekine benzer şekilde koşullandırmadığı da söylenemez.

HAYAT MEKTEPİ ÇARESİZLİK DİPLOMASI

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı” adlı eserinin bir yerinde Nazım Hikmet, Şeyh Bedrettin’e şöyle söyletiyordu:

Mademki bu kere mağlubuz
Netsek, neylesek zaid
Gayri uzatman sözü
Mademki fetva bize ait
Verin ki basak bağrına mührümüzü…
Yakın geçmişte intihar eden gençlerimiz de şöyle demiş olabilirler:

Mademki bu dünyada kahredici böylesi acıya mahkumuz
Netsek, ne eylesek boşuna
Gayri uzatmanın anlamı yok ömrümüzü
Mademki böylelikle elimizde yetti demek
O halde ölerek söyleyelim sözümüzü…

HAYAT MEKTEPİ SADECE ACİZLİK DİPLOMASI MI VERİR?

28 Haziran 1919 tarihinde Paris’in Versay banliyösünde Şark ekspresinin 2419 numaralı restoran vagonunda İtilaf devletleri ile Almanya arasında bir anlaşma imzalanır.

Ağır koşullar içeren anlaşmadan sonra Fransa anlaşmanın imzalandığı bu vagonu sökerek müzeye kaldırır. İkinci dünya savaşında, 12 gün gibi kısa sürede Almanya’nın Fransa’yı teslim alması üzerine Hitler, ateş kes sözleşmesinin Şark ekspresinin 2419 numaralı vagonunda yapılmasını ister.

Vagon müzeden çıkarılır ve anlaşma bu vagonda imza edilir. Daha sonra vagon Almanya’ya götürülür. İkinci Dünya Savaşı sonunda yenilen Almanya henüz teslim olmadan önce, teslim anlaşması bu vagonda imza edilmesin diye vagon Alman askerler tarafından imha edilir.

2419 Numaralı şu vagona ne demeli?

Önce müzeye kaldırılacak kadar Fransız gururunun simgesi oldu, sonra Almanya’ya götürülecek kadar Alman gururunun simgesi oldu, sonra gurur kırmasın diye imha edilip yandı bitti kül oldu. Şimdi Almanya ve Fransız yurttaşlarına bakıyorum, aralarında birçok ülkenin yurttaşlarının kendi ülkelerinde ulaşamadıkları dolaşım özgürlüğüne sahipler, yaşayabilme özgürlüğüne sahipler.

Bu sonucu sağlayan 2419 numaralı vagonun imha edilmiş olması mı? Hiç sanmıyorum. Bir arada birlikte yaşanabilecek düzenekleri kurmak da insanın elindedir.

İrfan Kaban

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)