“Bahar başladı, sürdürün” dedi başbakan. 16 Kasım 2013, yer Diyarbakır. Atatürk’ün Diyarbakır’a gittiği tarihle aynı gün.
Hanım köylüdür bizim başbakan, çocukları anadan Kürt’tür. Kürt olmanın sakıncası yok da, eniştedir diye, yasal hakkı olmadığı halde onu meclise Siirt vekili gönderdiler, Kürt milletvekilidir yani.
Diyarbakır fotoğrafına girenlere iyice baktınız mı?
Kim yoktu o fotoğrafta, önce ona bakılmalı. Kim kimin adına ordaydı ona da bakmalı.
Barzani’nin eşi yoktu, Emine Hanım muhatapsız kaldı. Diyeceksiniz ki, onu şimdiye kadar hiç görmedik ki… Evet, hiç görmedik, karısıyla insan içine çıkmaz Barzani.
İşte Türk Kürd’üne böyle bir adamı lider gösteriyor başbakan. Kendi karısını getirmeyen adama ailesiyle hoş geldin diyor, en azından diplomasiye uymaz.
Gelelim fotoğraftaki diğer kadın Leyla Zana’ya. Sözde bağımsız milletvekilidir. Mitingin birinde Diyarbakırlılara kimin temsilcisi olduğunu şöyle açıkladı:
“Bundan sonra Kürtlerin iki lideri vardır, biri Barzani, diğeri Öcalan, böyle biline!”
Şimdi Barzani’ye hoş geldin demeye saf tuttu, Barzanici Zana sadık çıktı.
Peki, Öcalan adına kim vardı fotoğrafta?
Öcalan adına verilmiş demeçleri haber kanallarından aldık; “Öcalan devre dışı bırakılmıştır, kabul edemeyiz” demiş Gülten Kışanak. Pervin Buldan’ın resmi arabası bile engellenmiş.
Leyla Zana… Protokolde yerli kıyafetle ve saçları dökülmüş halde bir milletvekili.
Şeridi biraz geriye saralım. Fransa devlet başkanının eşi Bayan Mitterand’ın “manevi kızım” dediği Leyla Zana’yı parlatma yıllarına gidelim. Türkiye’ye gelip de Ankara’ya hiç uğramadan direk Diyarbakır’a gittiği ziyaretleri anımsayalım. Yani Zana’nın arkasında Fransa ve Barzani ailesi var, Zana onların vekilidir, Diyarbakırlıların değil.
Şeridi biraz daha geriye saralım. 1988, İran’da Molla darbesi Fransa eliyle yapıldı, Humeyni’yi 20 yıl besleyip İran’ın başına getirdi. İran’da laik bir rejim ve toprak reformu için büyük hamleler gerçekleştiren Şah yönetimini yıpratma işi İranlı ilerici gençlere düşmüştü, TUDEH adıyla örgütleri de vardı. Molla darbesinden sonra başlarına gelmeyen kalmadı, sağ kalanların çoğu İran’ı terk etti. Sıra sizde görünüyor, ey PKK !
Fransa’nın coğrafyamızdaki emperyalist hesapları saymakla bitmez. 1920’de Urfa, Antep, Maraş direnmeseydi, Diyarbakır bir Fransız kolonisi olacaktı, bunu bilin.
Emperyalistler Mustafa Kemal’i size düşman bellettiler, sayenizde şimdi ellerini kollarını sallayarak geldiler. Hem de Mustafa Kemal’in Diyarbakır’ı ziyaret ettiği günde.
Siyonist Barzani Mollası, laik Kemalist Türkiye okullarında okumuş Kürtlere daha iyi nasıl bir hayat vaad edebilir ki?
Dünya savaşına evrilmek üzere, bölgemizde savaş kartları yeniden karılıyor, saflar yeniden diziliyor… Kan ve gözyaşı var ufukta. Kürdü Kürde kırdırmak dahil…
Bahar başladı diyor başbakan. Bahar değil, kara basanlar geliyor, kara goncoloslar yutacak çocuklarımızı… Türk-Kürt çatışmasını başaramadılar, mezhep çatışması, dindar-dinsiz, laik olanla laik olmayan… Şimdi Kürdü de koruyacak olan bir Türk Ordusunu mumla arayacaklar!
Tehlikeyi yeni yeni fark edenler var, “Biz Türkiyeli Kürdüz” demeye başladılar. Korku sardı, işleri bitti, derdest edileceklerini anladılar. Genel af ikramiyesine inanmıyorlar. Yeniden dağların yolunu tutacaklar, ancak Barzani artık Kandil’de bunları beslemez, iki ateş arasında kalacaklar. Korkarım, tıpkı 8 yıllık savaş sırasında Molla Humeyni darbesine muhalif 2,5 milyon Şirazlı kadın erkek direnişçinin İran-Irak savaşında her iki tarafın ateşi arasında kalarak öldürüldükleri gibi olurlar. Son 1988’de Halepçe’de kimyasalla öldürüldüklerinde de adına Kürt Katliamı denilmesine Kürt siyasileri itiraz etmemişler, dünya gündemine taşınmaktan memnun olmuşlar, böylece PKK batıdan destek almış, AB içinde yuvalanması sağlanmıştı. Haydi şimdi gidin bakayım Fransa’ya gidebilecek misiniz? Otelde öldürülmeyi göze alıyorsanız gidersiniz.
Barzani liderliğinde birleşmek Şeriat Kürdistanı demektir. Başka türlü bizim başbakanımız Kürdistan adını ağzına almazdı.
Fotoğrafa uzaktan bir silah sesi efekt verildi… Başbakan’a da Barzani’ye de ortak protesto, Şırnak’ta silah sıkıldı. İmralı ile görüşmeler kesildi, artık böyle mesajlaşıyorlar.
Doğu Anadolu büyük çalkantılara gebe…
Doğu’da büyük çatışmalara hazırlık yapılmaktadır; bunun konuşulması lazım.
a-Toprak ağalığı yeniden hortladı, tapuları tek elde toplayan yasalar geçirildi. Türkmenacı Köyünde yaşananlar buna örnektir. Arslanoğlu Köyünde bir diğer örnek var. Hazine arazileri birilerine peşkeş çekiliyor, yeni toprak ağaları yaratılıyor. Az topraklı köylünün tapuları geçersiz sayılıyor, yeniden büyük toprak efendileri türetiliyor; Yavuz Sultan Selim dönemi geri geliyor.
b-GAP’ın suladığı verimli araziler de işletmeye halka değil zengin büyük toprak sahiplerine ve İsraillilere veriliyor.
b-Tarikatlar alabildiğine açılıyor, kendi kitaplarını risalelerini bastırıyorlar, okul gibi çalışıyorlar. Doğu’da onlarca cemaat ve tarikat kendi müridini yetiştiriyor, yurttaşlık kavramı eritiliyor, her biri diğerini dinsiz görüyor, camilerini ayırmaya başladılar.
Sözüm PKK’ya.
Şimdiye kadar Türk ordusunu ve Türkleri düşman gösterip kendi ağasına tek kelime etmeyen PKK’nın, topraksız Kürt köylüsüne vereceği bir şey yoktur, solculuğu da bu yüzden sahtedir. Halkın ekmek yediği ne kadar kamucu işletme varsa yıkmayı iş edindiler, emperyalistlerin işini kolaylaştırdılar. Şimdi Kürt köylüsü yeniden toprak ağalarıyla ve gericilikle karşı karşıyadır.
Buyurun söyleyin PKK reisleri; kendi başınıza nasıl çözeceksiniz bunu?
Yıktığınız Bağımsız ve Kamucu Türk devletini yeniden inşa etmek zorunda olduğumuzu er geç göreceksiniz. PKK olarak değil, sıradan Türk vatandaşı olmayı kabul edeceksiniz ve o zaman Türk Milleti’nin koruyucu devlet şemsiyesi altına hep birlikte gireriz.
“Birliğimiz dirliğimizdir” diyerek bugüne geldik, bu şiar öncelikle Kürt halkının güvenliği demektir, Türk Ermenisiyle, Türk Yahudisiyle, Türk Ortodoksuyla, Türk Süryanisiyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Şiisiyle, Caferisiyle… Tarih baba Türk şemsiyesi altında birlik olmayı binlerce yılda öğretti bize. Pers devleti de buydu, onun için büyüktü, uzun yaşadı. Farsça bilim, sanat ve eğitim yapar, ama herkes kendi anadilini konuşurdu. Ortak düşman batılı yağmacılara karşı güçlü tek devletle kendilerini koruyabilirlerdi. Bu topraklarda en uzun yaşayan Akmenidler de, Selevkoslar da, Sasaniler de, Şeddailer de, Selçuklu da buydu, Osmanlı da… Hepsinin yıkılma dönemlerinde sömürgeci batıyı ve yerli işbirlikçilerini görürüz.
Şimdi, Diyarbakır’da Tayyip Erdoğan’ın açtığı pakette, asla baharı değil, en sisli sonbaharı, en hüzünlü hazanı, en karanlık kışı yaşayacağız, en kahırlı ağıtları dinleyeceğiz…
Daha önce A.Gül’ün Nurşin’de perdesini açtığı oyunun devamı Diyarbakır tiyatrosunda sahneye konmuştur. Kürd’üne de Türk’üne de yeni şıhlar yeni ağalar vaad eden yenidünya köleci sistemine kapılar burada açılmıştır. Diyarbakır’da buluşanlar hangi çağdaş dünyanın temsilcisi olabilirler ki!
Şimdi soralım, 16 Kasım günü Diyarbakır’da bahar mı başladı, hazan mı?
Diyarbakır’da Kürtçe Din kitapları bunlar olur her halde…
Ankara’da elime geçen fotokopi halinde “Sözler” başlıklı “Risale-i Nur Ders Kitabım, 2013-2014 Ankara” adlı kitaptan söz edeceğim. Kapağında Saidi Nursi resmi ve minareleri yamuk duran bir cami çizimi var. Bu cami, kavisli ufuk çizgisinin arkasında batmaktadır. Bu resimde, karanlıktan bakan çocuklar Saidi Nursi’nin elini öpüyorlar.
Kitabın içini merak ettim. “Birinci Söz-Bismillah” ile başlayan ilk sayfada çok bozuk bir dille anlatılan şu ilk öğretiyi gördüm:
“Arap çölünde dolaşan, biri mağrur, biri mütevazi iki seyyah varmış. Mütevazi olan bir reisin ismini almış, mağrur olan almamış. Bir reisin adını vererek dolaşan bu mütevazi adam her yerde selametle gezmiş, bir şakiye rast gelse “ben filan reisin ismiyle gezerim” der, şaki defolurmuş, bir çadıra girse o nam ile hürmet görürmüş. Öteki mağrur adam ise bütün seyahatinde tarif edilmez belalar çekmiş, daima titrer dilencilik edermiş, hem zelil hem rezil olmuş.”
Daha başında çocuğa neyi öğütlüyor, gördünüz.
Diyor ki; siz kendinizi saygıdeğer olarak tutmayın, onun bunun adamıyım derseniz işleriniz görülür, adamıyım dediğiniz bir reisiniz olsun… Adını duyduğunda herkesin korktuğu bir efendiniz olsun… Burası bir sömürgedir, bir efendiniz olsun, onun varlığı size yeter…
Yani, Kuran ile asla örtüşmeyen mandacı ve biatçı bir öğüt görüyorum burada. Bence köle ruhlu insan yetiştirmek için seçilmiş sözler bunlar. İslam diniyle hiç ilgisi yok.
Bir diğer sayfasında, “Mu’cizat-ı Ahmediyye” başlıklı yazıda, çocuklar/insanlar mucizelere inandırılmak isteniyor. Çok karışık bir dili var, bir de Türkçe cümlenin arasına Arapça yazılmış sağdan sola doğru okunan cümleler kıstırılmış! Bu dil karışımının çocuğun algısında nasıl sorun yaratacağını bir yana bırakıp, çocuğun nasıl akıl dışı konularla bombardıman edildiğini görelim. Örneklerden bir bölümü tarayıp buraya aldım:
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)