Son Dakika Haberler

İran’ı İran’da Öğrenmek (2)

İran’ı İran’da Öğrenmek (2)
Okunma : Yorum Yap

mahiye_45İsfahan’da bir başka büyü vardı, cennet gibiydi. İnsan eliyle yeşertilmiş bir çöl şehri. Kendi tarihlerine olan saygılarından şehrin Selçuklu başkenti olduğu yıllardaki görkemini koruyorlar. Kurumuş dereyi bile taşıma suyla yeşertmişler.

Eski nehir yatağından bir sular akıyor, inanılır gibi değil. Üzerindeki üçyüz metrelik köprüde gençler neşe içinde yürüyüşe çıkmış, her yan cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Çocuklu aileler oturmuş şelaleyi seyrederek piknik yapıyor. Türk olduğumuzu anlayanların içtenliği bir başka… Kestiği karpuza davet ediyorlar, birlikte fotoğraf istiyorlar.

Gezi alanları, piknik alanları, dev ağaçların bulunduğu parklar ve saraylar, camiler, meydanlar… Pekin’den sonra dünyanın ikinci büyük meydanı burada, dünyanın en uzun çarşısı burada…

Çarşıda ünlü bir halı mağazasında edildik, ünlü İran halılarını bize tanıttılar. İki kişi tarafında iki buçuk yılda dokunan ipek halılar… İki yüzü de aynı şekilde serilebilen halılar… Kaçari desenli, Bahtiyari desenli, Şiraz desenli, birbirinden güzel desen desen halılar… Tek kare koltuk için Bahtiyari düzende Şiraz motifli minicik bir halı için 50 dolar verdim. Aslında halı merakım yoktur, ama orda kendimi kaptırdım. İran’dan hatıra aldığım Şiraz işi tulum zurnadan sonra en pahalı hediye bu oldu.

İsfahan Meydanına bakan camilerin ve sarayların akustik özellikleri var. Hepsinde işlemeler ayrıca çok değerli. Ali Kapu sarayındaki müzik odaları müzikologlar için çok değerli bir araştırma kaynağı olabilir. Çok katlı bu sarayın en üst katındaki onlarca küçük odanın her birinde sayısız ses odacıkları var. Tavanlar, duvarlar, koridorlar, her taraf her yönde ahşap ses odacıklarıyla süslenmiş. Sanki sayısız kabak kemane, keman, viyola, tar asılmış duvarlara, onlar size bakıyor… Çalgıyla duvar arasında oluşan boşluktan ses büyüyor. Fakat hem süsleme sanatı hem de üst düzeyde ses fiziği bilgisi var içinde.

İsfahan Meydanına bakan bir diğer güzellik Kızlar Camisi. Minaresi yok, burada ezan okunmuyor. Duvarları bir buçuk metre kalınlığında ve bunun nedenini az sonra anlıyoruz; kubbeyi oturtmadan önce tam tepe noktasına yansıtılacak bir ışık olayı var. Tesadüf akşamüstüydü ve biz bu olaya tanık olduk. Işık huzmesinin değdiği tam orta nakışta bir tavus kuşu görünmeye başlıyor ve tavus kuşunun kuyruğu ışık saçağı şeklinde uzanıyor! Bu görüntü bir bilim ve sanat harikasıydı.

İsfahan için İran’da şöyle bir söz var:

“İsfahan nisfi cihan, eğer Tebriz olmasa”

(İsfahan dünyanın yarısı, eğer Tebriz’i saymazsak)

İran’da “Ya Ali” duyarsanız bilin ki bir şeyi taşıtırlar, eğer “Ya Hüseyin” duyarsanız bilin ki bedava yemek var. İran’a eğer Muharrem’de gelirseniz on gün boyunca yemeğe hiç para vermezsiniz, gece gündüz sokakta karnınızı doyurabilirsiniz. Herkes evinden yemek taşır sokak sofralarına.

……

İsfahan’a giderken Hasan Pekmezci hocamız otobüsün mikrofonunu aldı, “Arkadaşlar size üzücü bir haberim var, telefonuma mesaj geldi, Kayıhan Keskinok hocamızı kaybettik” dedi. (18 Nisan 2015)

Onu kaybetmenin hüznü dolaştı otobüsümüzde. Resim öğretmeniydi, öğretmenlerin öğretmeniydi. Aramızda öğrencileri vardı. Tanıyanlar onu anlatsın, ona böyle bir anma yapalım, dedik. Notlar aldım.

İlkin Hasan Pekmezci konuştu.

-1965’de öğretmenimizdi. Cumhuriyetle yaşıttı. 91. ve 92.yaş günlerinde onunla ilgili yazılar yazdım, yazılarım sanal medyada hala dolaşıyor. Kendisinden çok şey öğrendik. Özel anılarımız da oldu. Atölyesinde gece ıhlamur sürekli kaynardı. Çalışırken ıhlamur içer sohbet ederdik. Biz de onun eseriyiz. Eserleri de öğrencileri birlikte yaşayacak.

Eşi öldükten sonra boşluğa düştü. Şükran göstererek bana, “Bu yoksa sen bir hiçsin” dedi. Beni severdi, Şükran’ı benden çok severdi. Birinde, “Biz bu zahmetlere daha rahat şarap içmek için katlandık” demişti.

Metin Yurdanur sözü aldı.

-Hepimizin başı sağ olsun. Güzeli severdi, şarabı severdi. Işıklar içinde uyusun. Son kalan devlet sanatçılarındandır. Benim mevkidaşımdı. Resimleri Karadeniz temalıydı. Nazım hayranıydı.

Fulya Uzer özel öğrencisiydi.

-Son öğrencilerindenim. Işık saçtı, ışıklara yürüdü. Bize isim takardı. Ben bir ay isimsiz kaldım, sonra adımı La Prendam koydu. “Yeniden doğuş” demekmiş. O gün “Atatürk devrimlerini sil baştan yapmalıyız” demiştim, bunun üzerine bana bu adı yakıştırdı.

Esin Cevheroğlu atölyesinde eğitim almıştı.

-İnsan hayatında bazen bir rüzgâr eser, hayat tarumar olur. Ben öyle bir zamanımda ona rastladım ve hayata yeniden tutundum. Biz resim yaparken bize mitolojiden cümleler okurdu. Bir Fransız öğrencisi vardı, ona Mete adını koymuştu. Onu tanıdığım için çok mutluyum.

Lale Ataman söz aldı.

-Bir gün tablolarına bakarken bana dedi ki, “Bu gördüğün kadınlar var ya, ben öldüğüm zaman canlanıp yanıma gelecek.”

En son Şükran Pekmezci mikrofonu aldı.

-Her karşılaştığımızda bana şaka yapardı. Bir gün Moldova’ya sergi açılışına gidiyorduk. Kendisi önde oturuyordu, ben de arkada şarkı söylüyordum. Ege türküleri severdi. Benim ince sesle şarkı söylememi taklit etti. Şimdi ona bir şarkı söylemek istiyorum.

Geçti hayal içinde bunca yıl bir gün gibi

En eski hatıralar daha henüz dün gibi

Neden gönül bu içli hayata küskün gibi

En eski hatıralar daha henüz dün gibi

Madem Kayıhan Keskinok hocamız Ege türküleri seviyordu, ben de ona bir Ege türküsü göndereyim istedim, mikrofonu aldım, Şükran yanaştı birlikte söyledik.

Deniz üstü köpürü, hey canım rina nay rina nina nay

Kayığa da binsem götürü, ah yarim ah…

Benim de bu dünyaya gelişim, hey canım rina nay rina nina nay

Bir güzelden ötürü, ah yarim ah…

Kayıhan Keskinok hocamızın ruhuna değsin.

Cumhuriyet kuşağı ressamlarını halk ressamı yapan bir diriliş dönemi vardır, Türk resim sanatı onlarla ortaya çıktı. Şimdi o halk ressamları kuşağından son kahramanı yolcu ettik.

Yanılmıyorsam Atatürk, İstanbul’da oturduğunuz yerde resim yapacağınıza Anadolu’ya gidin halkın arasında resim yapın, Türk resim sanatı çıksın ortaya diyerek ressamları Anadolu’ya yönlendirmişti. Bu öğüde uyanlardan Bedri Rahmi Eyüboğlu Çorum’a İskilip’e gitti ve gördüklerini eserlerine yansıttı. İskilip’te resim çalıştığı ev şimdi bir müzedir. Kayıhan Keskinok ile aynı mayadan hamur olmuşlardı.

Canlı ve cansız bütün varlıklar aldığı ışığı yansıtır. Evet. Kayıhan Keskinok hocamız aldığı ışığı en güzel şekilde, sanatıyla bize yansıttı ve gitti. Ne mutlu bize ki onun elinde yetişmiş ressam öğretmenlerimiz var.

Işıklar içinde uyusun.

…..

İran’da kadınlar evlerde müzik yapıyor, dışarıda yapamıyor. Ancak yurt dışına giden kadın müzisyenler bir daha ülkesine dönmemeyi göze alarak orada müzik kaseti çıkartabiliyorlar. Kayıhan Keskinok hocamızın sevenlerine şimdi internette rastladığım güzel bir İran Müziği sunuyorum. Şarkı sözlerindeki şiirsel güzelliği de fark edeceksiniz.

“Hicran gecesinde seher umudu bize yeter”

www.youtube.com/watch?v=nwcnACjeUVA

İranlı Mâh Banu müzik grubunun sazendelerini izlerken ne kadar kültürlü ve özgüveni yüksek kızlar olduklarını göreceksiniz. Söylendiği gibi Fars kızlarının gözleri dünyanın en güzel gözleri. Gözlerinde deryaya dalarsınız derler, aynen öyle.

…….

Saraylar, camiler ve türbeler diyarı buralar. Ne taht kavgaları görmüş bu saraylar… Kuşan’da Vezir Emir Kebir’in intihar ettiği hamamda bileklerini kestirirken bu sahneyi orda görebiliyoruz. Öyküsü ilginç. 150 yıl önce ilk İngilizce okul açan vezirmiş, Nasreddin Şah kendi kızkardeşini ona vermiş, fakat sarhoş olduğu bir anda vezirinin ölüm fermanına mühür basmış. Belli ki sarhoş olacak kadar içen bir şahtı. Vezir bu fermanı sıcak hamamda yerine getirmiş. Kolunu muhafızına uzatmış, bileğinden kestirip kendi kanını akıtarak kendini öldürmüş. Elbette bu anlatılan kadar basit değildir bu işler, belli ki devlet katında bir onurlu intihar söz konusudur.

Bu hamamda intiharın 1870’lerde geçtiğini öğreniyoruz. Bizde Abdülaziz dönemidir. Ne kadar da Abdülaziz’in ölümüne benziyor, bileklerini keserek intihar etmişti, böyle biliyoruz. Londra borsasının batık hisselerini satın alacak kadar İngiliz kraliyet ailesiyle iç içe olduğu anlatılmaz. Bu intihar işleri hala karanlıktır. Onu öldürmekle suçlananların yargılandığı Yıldız Mahkemesinde idam kararı çıkartılan Mithat Paşa ve arkadaşlarının ne kadar vatansever olduklarını ve İngilizlerin asıl onları tasfiye etmek istediğini bugün benzer örneklerinden yola çıkarak düşünebiliyoruz. Aynı şekilde İran’da da yanıltıcı bilgiler verildiğini düşünebiliyorum.

….

19 Nisan Pazar günü akşamüstü Kum şehrine giriyoruz. İran’da hafta tatili Cuma günü, bugün müzeler açık. Burası da yarım hacı olma yeri. İran’ın yönetimindeki Mollalar burada İlahiyat eğitimi alıyor. Burada bizdeki gibi İHL yok, önce herkes normal lise eğitimi almak zorunda. Yani bilimsel eğitimden taviz vermiyorlar. Matematikte olimpiyat birincilikleri var. Tıp ve Mühendislik eğitiminde ne kadar ileride olduklarını anlatmaya kıyaslayacak ülke bulamazsınız.

Kum şehrindeyiz. Minarenin tepesindeki güneş dairesi dikkatimi çekti. Meşed’de de buna benzer âlemler vardı, buradakiler daha ihtişamlı ve parlak.

İran’da bizim minarelerimizdeki gibi yukarıya bakan hilal yok, hemen hepsinde güneşi andıran dairesel semboller var. Far-si sözcüğünün açılımındaki Işık (Fer) kaynağı Güneş (Şems) ile örtüşen bir durumdur. Anadolu’da Hilal olmasının da tarihi bir nedeni var; Türk demek Hilal demek, Ay Tanrılı MED’ler demek, Pers demek de Güneş tanrılı Oğuz demek. İşin sırrı bunda.

Akmenid’lerden önceki Anadolu Uygarlığına Luvi halkı denir, Truvalılar Luvidir. Bakınız, bu da Alevi ile yani Işık Kültürü ile aynı açılımdadır. Hz.Ali’nin resimlerinin arkasında tam daire güneş görürsünüz İran’da, boş bir sembol değildir.

Medlerle Persleri birleştirerek Roma’yı yenen Büyük Kuruş Oğuz beyinin sembolü olan bu saçaklı daire (veya iri nokta), güneştir.

Kuruş, AY ile GÜNEŞ’i birleştirmişti, bu sayede Egemen (Aghamen-uş) devlet kurmuştu. Bugün Türk bayrağında yaşattığımız her iki sembol işte bu tarihten geliyor.

BM tarafından 29 Ekim Uluslar arası Kuruş Günü ilan edildi. İran internet sitelerinde Kutlu Kuruş Günü olarak afişleri var.

…….

İran camilerinde bizdekilerden farklı bir şey daha var; secdeye eğildiğinde alnın değdiği yere şems özel kiremit parçası koyuyorlar. Kerbelâ toprağından yapılırmış. Üzerinde değişik motifler nakşedilmiş; tam daire var, kare olanı var, sekiz köşelisi var, İmam Rıza türbesi var, Allah Muhammed yazısı var, Besmele var, hayat ağacı var, saçaklı güneş var… Işık ve hayat kaynağı olarak güneş çok belirgin. Kuşan ve Zencan’daki türbelerde kadınlar bu taşı direk yere koymuyorlar, önce yüzünün geleceği yere güzelce işlenmiş bir örtü yayıyor, taşı onun üzerine koyuyor.

Gezdiğimiz en ünlü camiler aynı zamanda türbeydi. Türbede bir ulu kişi var demekti. Türbenin iki yanı parmaklıklarla ayrılmıştır; bir yanda kadınlar diğer yanda erkekler ziyaret yapar. Türbeye el sürmek önemlidir, içerisine para bırakılır. Türbelerin geliri çok yüksektir, kimin ne miktarda verdiği belirsizdir. Her zaman temizdir, ter kokusu bile duymadık.

Türbelerde kıble başka yönde olsa bile herkesin yüzü türbeye dönüktür. İşte burada o minicik secde taşları kıble görevi alıyor, alnına değdiği yer senin kıblen oluyor. O nedenle üzerinde kutlu semboller var. İran’da resim ve heykelin yasak olmamasının bir nedeni de bu olabilir.

Bir şeye çok üzüldüğümü belirtmeliyim. Türk ve İran tarihinde çok önemli yeri olan kutlu Amazon ana kraliçelerimiz İran’da da unutulmaya başladı. 1.Artemis, 2.Artemis, Anaida Semiramis, bunların heykelleri antik şehirlerde yok. Sasani Kraliçesi Leyla Zeynep’in Zeynebiye yas evleri bile nerdedir bilen kalmamış. Suriye parasında ve altın kubbeli türbesinde Zeynep Sultan duruyor. Bizde ise kim olduğu bilinmeden Sitti Zeynep adıyla türbeleri duruyor.

Kadını toplumda geriye çekmenin bir yolu da onlara örnek olması muhtemel kadınları tarihten silmektir. Böyle düşünenlerin her yerde yönetimde olduğunu tahmin etmek zor değil. Biz çok daha önce unutmuştuk kutlu analarımızı. Efes Artemis Müzesini bile Yunan diye biliyor insanımız. Bu daha az vahim değildir; gençlerimiz mitolojik kahraman diyerek Artemis’e hayran olurken Yunan hayranı oluveriyorlar!

Allah’tan elli yıl önce Halikarnas Balıkçısı gibi Anadolu efsanelerini anlatan bir yazar çıktı da biraz kendimize bakmayı öğrendik. Arkeoloji bölümlerinde onun kitaplarını okuyan öğrenci bulamıyorsunuz. Fakülte kütüphanelerinde milattan önce bizi anlatan bir tek kitap yok, İran’ı anlatan da yok. Kuruş diye parası var ama dedesi olduğunu bilmiyor. Varsa yoksa Roma, Atina, tarih boyunca bizi yağmalamış krallar. Bakın Kuruş Silindiri nerde, Paris’te. Şu Gülistan Sarayında duvar resmini gördüğüm Frenk pantolonlu Kacar Şahı zamanında oraya gitmiş olmalı. Bizimkiler de onlarla en dost olduğumuz zaman gitmişti Almanya ve Fransa müzelerine.

Fakat İran halkının enteresan bir hafızası var. Birçok yerde, parkta, ahşap duvarda, Latin harfleriyle yazılmış SEMİRA –ALİ yazısı gördüm. Bu nedir? En sevilen kız adı Semira. Kuruş’un tek eşi, Sümer kızı Semira, orda yaşatılıyor. Hem de Ali ile beraber. Hz.Ali’ye İran’da Haydar diyorlar. Bu da önemlidir.

…….

Değerli okur, galiba İran’ı günlerce yazsam bitiremem.

Bu yazdıklarımın fotoğrafları da var. Eğer yazılarıma fotoğraf koyarsam çok yer kaplar. Dağıtımı ayrıca sorun oluyor. Bağışlayın, şimdilik fotoğrafsız olarak okuyacaksınız.

İran yazılarımı fotoğraflı olarak isteyen olursa onlar için yeni sayfa düzenlemesi yapacağım.

(devam edecek)

17.5.2015

Mahiye Morgül

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)