AKIL BİLİM SANAT İTİBAR GÖRMEDİĞİ TOPLUMLARI TERKEDER. OKUMAMIŞ BİR TOPLUM YARATMAK ÇARKLAR ARASINA SIKIŞIP KALMAK DEMEKTİR. GÜÇ DAİMA EĞİTİMİ DÜŞÜK İNSANLARI CEZBEDER CESARETLENDİRİR. CEHALETİN HIZLA BÜYÜDÜĞÜ BİR MEMLEKETTE ÖNCE AKIL SONRA İNSANLIK ÖLÜR. AKLI TÜKENEN BİR TOPLUMUN KADERİ İŞTE BÖYLE BAŞLAR.
Felsefenin temelini oluşturan şey. Kişinin enerjisini sömüren toplumsal teslimiyet tüm söylemlere inanmak kısacası farkında olmadan bir çarkın ortasına bağlanmaktır. ” hayatın olumsuzlaşması” Hakikatin değer ve Nesnelliği üzerine kökten tükenişi tüm hayatı etkisi altına alması. Şimdi sergilenmek istenen işte budur. Toplum uyusun konuşmasın görmesin söylenen her şeye sorgulamadan inansın. Cahil bir toplum özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz sadece seçim yaptığını zanneder. Kimi neden niçin seçtiğini anlamaz cehaletin pençesindedir. Cahil toplumla seçim yapmak okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır. Böyle bir seçimle iktidara gelmek düzenlenen bir tiyatrodan farksızdır. Burada aklı bilimi devreden çıkarıp inanç duygularını devreye sokmak, özellikle din ve bilimsel değerleri karşı karşıya getirmektir. Allah’ın istediği din her zaman bilimle yan yanadır, birilerinin kendi siyasal çıkarları uğruna yarattıkları din anlayışı bu gerçeğin çok gerisinde kalmıştır. Toplumun insan hak ve özgürlüklerine bağlı kalması bunu paylaşması noktasında ise, birileri adeta din saygınlığını tutarak akıl ve bilim değerlerini yok saymaya kalkması da felsefenin temelindeki gerçeği yansıtıyor. Özellikle din tacirlerinin bilgisizce inadına yaptıkları açıklamalar akıl ve bilime düşman bir anlayışın eseri değil mi? Ülkenin içine düşürüldüğü siyasal çöküşü, çarkların arasına sıkışmış kalmışlıktan akıl ve bilim değerlerinin aydınlığa çıkaracağı gerçeğini görmek için. Ben hala zamanın var olduğuna duyduğum inancımı kaybetmemeye çalışıyorum. Ama halkın sabahtan akşama kadar bir hafta içinde hazırlanan tarihi bile yansıtmayan filmlerle, içi boş anlamsız mistik dizilerle, akşama kadar kadın programlarıyla, bacım edebiyatı programı yapanların magazinsel saçmalıklarıyla.SURVİVOR denen hiçbir getirisi olmayan anlamsız bulduğum programlarla harcadığı zamanı düşünüyorum. Böyle bir toplumun Lafonten masallarına inanmaması mümkün mü?
DİN VE SİYASET…
İnanç saygınlığının siyasete sürülmesiyle ülke yönetiminin şekillenmesi mümkün olabilir mi? Akıl ve sanatın bilimsel değerlerin bu kadar tüketildiği bir ülkede çağdaş düşüncenin yansımalarını görmek mümkün değil. KARL MARX ” Din afyondur topluma hükmedebilmek için dini kullanacaksın halk din konusunda hassastır” demiş. Bugün yaratılmak istenen kurgulanan budur. Ben birilerinin kendi adını koydukları din anlayışına değil. Allah’ın beni görmek istediği gibi bir Müslüman olabiliyorsam işte inandığım din saygınlığım budur. Bırakalım insanlar istedikleri gibi inanca olan saygılarını görevlerini yapsınlar, kimsenin inanç duygularını sorgulama ya da yönlendirme hakkına sahip olmamalıyız. Dini siyasetin dışında bırakmalı özellikle camiye sokmamalıyız. Bugün dini eğitimden uzak olan din tacirleri ne yazık ki dine en çok zarar verenlerdir. Bunların yanında asıl büyük tehlikede din istismarcılarıdır, dini istismar ediyoruz, dini siyaset içinde kullanmakla halkın din duygularına olan hassasiyeti saygınlığı tüketiyoruz. Toplumu özellikle dinle siyaset içinde toplayarak bir arada resimlemek dine verdiğimiz en büyük zarar değil mi? Bugün inanç duygularına sarmalanmış bir siyaset anlayışını zorlamaya çalışanların, daha sonra yaşanacak olan sorunlardan ortaya çıkacak tükenmişliği tamir etmeleri mümkün olmayacaktır. Laik sözde değil özde dolaysız bir cumhuriyet ülkesinde bu felaketin sonrasını düşünmek bile istemiyorum. Burada din duygusundan inanç saygınlığından bir resim çizmeye çalışanların bu gerçeği iyi görmeleri gerekiyor. Yarın Ortadoğu’nun KABİLE demokrasisinin yansımalarını görmeye başladığımızda tükenmişliğin adını koyacak zamanımız bile olmayacak. Kısacası siyasetle din saygınlığının tüketilmemesi gerek, Türk halkını tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi, hatta daha fazla inançlarına bağlı bir ülke olarak görmemiz gerek. Dini siyasal malzemeye sürmek, halkı kurtulamayacağı bir çarkın ortasında bırakmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Biz halkı dinden soğutmaya uzaklaştırmaya çalışıyoruz bunun farkında değiliz. Sayısını unuttuğumuz sayıda cami var ülkemizde, her biri devasa paralar harcanarak yapılmış camilerimiz. Buna elbette bir itirazımı yok olamaz da , ama içini dolduracak cemaat yok bunu nasıl açıklayacağız acaba? Biz inançlara olan saygınlığın içini siyasetin ortasına alarak tüketirken halkı dinden soğuttuğumuzun farkında değiliz. Önüne gelen din tacirleri olmadık açıklamalar yapıyor, ama kimse bunun yanlışlarını görme noktasında değil. Bugün dini bilime düşman olarak göstermek ” dünya hikmetinin, yani bilimin yok sayılması anlamındadır” Din ne yazık ki asıl değerlerinin dışında topluma , ümitsizliği acıyı tükenmişliği cehaletin adı olarak yansıtıyoruz. Çıkarların ve gücün peşinde olmak dine asıl zarar vermenin diğer bir başka adıdır. Ama ne hazindir ki, düne kadar bilimselliği yok sayıyoruz, ama bugün kurtuluşu aradığımız bilime sarılıyoruz bu dağılımın açıklamasını nasıl yapacağız acaba? İnançlara olan sadakat ne kadar önemliyse. Akla bilime tarih, Mantık, felsefe, Matematik, Coğrafya, Fizik bunların da hepsi o kadar anlamlı ve değerlidir. Batı aydınlığına bakınca kendime sormadan yapamıyorum, ” tarihe adını altın harflerle yazdırmış bilim adamlarından benim ülkemde neden yok” Biz karanlığa ışık tutmaktan çok kapıları kapamaktan hoşlanıyoruz. Bugün bize emanet edilmiş hiçbir ülkeye nasip olmayan tarihimizin karanlıklarda kalmasına değil, ışıklar içinde Türk toplumunun paylaşmasını sağlamak asıl görevimiz olmalı. İçine düştüğümüz düşürüldüğümüz cehaletin pençesinden kurtulabilirsek bu mümkün olacaktır. Ne Mutlu Türküm Diyene.
Prof. Dr. Levent Seçer
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)