1 Aralık’ta başlayan 12. Dünya Rakı Haftası ve aralık ayının ikinci cumartesi günü kutlanan Dünya Rakı Günü bu yıl da büyük bir keyif dalgasının tüm yurda, hatta dünyanın en ücra köşelerine yayılmasına vesile oldu.
Bu topraklardan çıkıp evrensel olmaya doğru hızla yol alan Rakı Haftası pek çok gastronomi tutkununun ajandasında Octoberfest kadar önemli bir yer edinmeye başladı.
Adana’daki oteller, meyhaneler, ocak başları aylar öncesinden rezervasyonlarını kapattığı için imdada Gaziantep ve Mersin yetişti de on binlerce kişi sokakta kalmaktan kurtuldu. Bu gidişle Altın Portakal’ın pabucu dama atılacak gibi duruyor.
İstanbul deseniz ayrı bir alemdi her zamanki gibi. Ancak bu yıl İstanbul’un gastronomi dünyasını şekillendiren meşhur lokantaları hazırladıkları konsept menülerle gönülleri fethetti. Verilen davetlerde görmeye alışık olduğumuz gastronomi dünyasının meşhur yazar ve yapımcılarının yanı sıra Hollywood yıldızlarının da boğazın serin rüzgarlarında rakıyla ısındıklarına şahit olduk.
Rakı Haftası ile paralel düzenlenen Alkollü İçkiler Kongresi’ni bu satırlara sıkıştırmak istemem. Ayrı bir yazıyı hak ediyor. Bilim, teknoloji, tarım ve gastronomi, kültür ve politika başlıklarının ahenkli şekilde dağıtıldığı bu kongre aslında dünyaya içkinin sadece içki olmadığını hatırlatıyor.
Hatırlatmakla kalmıyor manifestosunu yazıyor. Kongre çerçevesinde düzenlenen yan etkinliklerde Osmanlı saray mutfağından, mehtabiye fasıllarına, kaldırımda demlenmenin inceliklerine kadar pek çok atölye çalışmasından yorgun düşen bedenler kapanışı festival destekçisi meyhanelerde yaptılar.
Bağcılar’dan Çatalca’ya, Sarıyer’den Beykoz’a kadar İstanbul halkı da balkonlarında, mahalle meyhanelerinde, meydanlarında katıldılar bu anason kokulu festivale.
Yazacak çok şey var ama kutlamalara bu yıl eklenen mikro damıtım evleri gezisinin altını özellikle çizmem gerekir. Küçük damıtım evlerinin rakı üretmesine izin verilmesinin ardından Marmara, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu bölgelerinde bulunan mikro damıtım evleri arasında oluşturulan gezi rotası Anadolu’nun bağrında barınan gizil enerjiyi gösterdi hepimize. Şimdilik şu kadarını söyleyerek kapatayım bu yazıyı, geçmişi iki yıl olmasına karşın mikro damıtım evlerinin tarıma, çiftçiye, küçük ölçekli sanayi sitelerine, yerel turizme, gastronomiye yaptığı katkılar devlet kurumlarını, anlı şanlı holdingleri, vakıfları ve STK’leri çoktan geçmiş gibi duruyor. Binlerce yıldır evrilerek gelişen bu devrime şapka çıkarıyorum. Seneye görüşmek üzere. Şerefe.
Elbette size böyle haberler aktararak arzı endam eyleyebilirdim bu sütunda. Ama olmadı, olamıyor. Şu anda pandemi bahane edilerek hafta sonları alkollü içki satışının yasaklandığı bir ülkenin yazarıyım. ‘İçişleri Bakanı’nın kürsüden bir ergen gibi ‘’ohh’’ çektiği, atanmışların vatandaşa her gün kin kustuğu, işsizliğin çığırından çıktığı, ekonominin freninin patladığı, adaletin ve demokrasinin rafa kalktığı bir ülkede alkollü içki yasağı da dert mi’ demeyin.
Alkol çözülmek istenen son düğümlerden. Şimdilik bilemiyoruz ama belki de Gordion düğümü. O düğüm pandemi vs. bahanelerle ya da Büyük İskender’in yaptığı gibi kılıçla çözülürse pek çok şeyi nostaljik bir unsur olarak hatırlayacağız.
Hafta içi stok yapmak falan kimseyi kurtarmayacak. İçkinin sadece gastronomik ve duyusal özelliklerinden konuşmanın bile mümkün olamayacağı bir iklimin galebe çaldığının karinesi olacaktır böyle bir hamle.
Meyhaneler, lokantalar kapandı AVM’ler açık. Konserler iptal fabrikalar açık. Hafta sonu alkol satışı yasak metrobüs tıklım tıklım.
Artık bu eşitsizliğe kılıf aranma zahmetine dahi gerek görülmüyor. Bulunan kılıfların inandırıcı olmasıyla bile ilgilenen yok. Yakında o kılıflara da ihtiyaç kalmayacak bir düzen özlemi kürsülerden, televizyonlardan ‘’itlaf’’ gibi kan dondurucu kelimeler eşliğinde dökülüyor.
İnsanlar nefes almak, sevdiğine sarılmak, felekten gün çalmak, keyiflenmek, kederlenmek, avunmak, sevdasını dillendirmek için içki içer. Bunların hiçbirine gerek olmasa da içer. Mazerete ve açıklamaya da gerek yoktur. İçmek kişisel bir tercih ve haktır.
Başkasına ve toplumun geneline zarar vermediği sürece de kısıtlanamaz. Sokağa çıkma yasağının olduğu, meyhanelerin kapandığı günlerde evinde de tüketme, benim istediğim gibi yaşa demenin adıdır bu yasaklar.
Başka yaşam tarzlarının yasaklanmasına ve kabul edilmemesine dair tahayyülleri olabilir bir siyasi hareket ya da ideolojinin. Bu tahayyüllerin hayata geçmesini engelleyecek kurumsal bariyerler ve karşı güç ise dengeyi oluşturur. Oysa biz iktidar blokunun tahayyüllerinin sonuçlarıyla yıllardır boğuşuyoruz.
Kurumsal bariyerler ve karşı güç büyük yaralar aldı. Asgari düzeyde de olsa demokrasinin olmadığı toplumlarda bu tahayyüllerin vardığı noktayı ise bir an olsun unutmamak gerek. İnsanlık tarihi bunun acı hatıralarıyla dolu.
Adana’daki ve İstanbul’daki Rakı Haftası bir süredir kutlanamıyor ve aslında milyonlarca insan yazının başındaki gibi bir haberin yazılabildiği bir ülkeyi kaybetmek istemiyor. Bu insanlar homojen bir ideolojik, politik, sınıfsal, kültürel zümreye de denk düşmüyor üstelik.
Kısaca halk deniliyor bu insanlara. Halkımızın bir kesimi şimdi alkol tüketme hakkının kısıtlanmasıyla karşı karşıya. Bunun için futbola atfedilen cümle artık alkol için de geçerli. Alkol sadece alkol değildir. Bu toplumun enerji biriktiren fay hatlarından birisine dönüşmüştür. Bu düğüm nasıl çözülecek yaşayarak göreceğiz.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)