Sohbet, Semih Gümüş’ün Füruzan’la bir araya gelmekten duyduğu memnuniyeti dile getirmesiyle başladı. Gümüş, sözlerine Füruzan’ın kuşaklar arasındaki farklardan etkilenmediğini, aksine onlar hakkında olabildiğince bilgi toplamaya çalıştığını söyleyerek devam etti. Bunun üzerine Füruzan, okumanın kendisinde “temel bir içgüdü” olduğunu, merakla okuduğu ve belli bir çizgiye sahip birçok yazar olduğunun altını çizdi: “İsim saymayayım ama tanımlamalar ele verecektir. Yazı yazmayı kolay sanan, edebiyat yapmayı ‘adının kapakta çıkması’ olarak algılayanlar var. Oysa benim için yazdıklarımın içeriği ismimden çok daha önemli. Okuduklarımda da hep buna dikkat ettim. Önemli olan zamanın sınavını verebilmektir.”
Füruzan, özellikle yeni Türkiye edebiyatında isimden çok, içeriğe önem verilmesi gerektiğinin altını çizdi: “Dostoyevski Karamazov Kardeşler’i yazarken Moskova Haberleri Gazetesi’nin muhabirleri onu ziyaret eder ve son romanının nasıl gittiğini sorarlar. Dostoyevski de romanının ana temalarının günah, bağışlamak, Tanrı ve Tanrısızlık, suç ve affetme yetenekleri olduğunu ifade eder. İnsanların tek düze olmaması, kişilerin çok çabuk çözümlenmesi… Yani, kendi dünyasını anlatan şeyler. Muhabirler de bu anlattıklarının ilk yazdıklarından farklı olmadığını söylerler. Dostoyevski ‘aynı şeyleri mi anlatıyorsunuz?’ sorusunu ‘Evet, olabilir. Böyle de anlaşılabilir’ diyerek yanıtlar. Bütün mesele iş ciddiye binince anlaşılır. İşin ciddiye binmesi, zamanın içinden geçip sağlam yönlerini tanımaktır. Rus edebiyatı hep Dostoyevski ile öne çıkar ama büyük bir edebiyattır, bir o kadar da büyülüdür. Bizim edebiyatımız da çok önemlidir. Yeni arkadaşlarımız, yazdıkları şeylerle hesaplaşmalarında adlarını öne çıkarmaktansa içeriğe önem vermeliler. Bugün iyi edebiyat metinleri gittikçe azalıyor.”
Zamanla olan ilişkimizi tartışmalıyız
Ömer Türkeş, şimdiki dönemi “görünürlük çağı” olarak nitelendirirken, Füruzan da iletişimin bu kadar hızlı ve çabuk tüketildiği bir dönemde zamanla olan ilişkinin tartışılması gerektiğini söyledi: “Edebiyat ve diğer tüm sanat disiplinlerine bakınca bundan ne kadar pay aldığını görüyorum. Yazı sanatlarına gelince; internet üzerinden bilgilenmek beni çok düşündürüyor. Bilgisayar kullanmıyorum. Beni ilgilendiren, bir noktaya bastığınızda aradığınız şeyin karşınıza geldiği anda, kafanızda hangi birikimin olduğu. Yani alelacele başvurduğunuz bilgiyi alıp hangi boyutta kullanacaksınız? Bilgi çağının bu kadar alaminüt bir şekilde olması tartışılır.”
Bugün dünya çok ihtiyar; yalnızca parasını sayıyor
Öykülerinin ilk yayımlandığı döneminden söz edildiğinde, sinemaya çok düşkün olduğunu vurgulayan yazar, Cemal Süreya ve Tomris Uyar’ın yanına her gittiğinde en son gördüğü filmi anlattığını söyleyerek, Süreya’nın kendisine öykü yazmayı önerdiğini belirtti: “Ben bir şeyler yazıp bir yere götürebileceğimi hiç düşünmemiştim. Tutumum buydu. Ardından yazmaya başladım. Sonra, Cemal Süreya yazılarımı, Memet Fuat’a götürmemi söyledi. Bu insanları hatırlayınca içimi sahicilik duygusu sarıyor. Gittim, odada bir masa, masanın üç katı bir adam. Önce kitapları gördüm. Kitap çok severim, bana da verirler mi diye düşündüm. Sonra öykümü bırakıp ister basın, ister basmayın gibi kaba bir şey söyledim ve dışarı çıkar çıkmaz pişman oldum. Eve döndüğümde ertesi güne kadar bu konuyu hiç konuşmadım. Ertesi gün Memet Ağabey aradı ve ‘Öykünüz o kadar güzel ki hemen basacağım’ dedi. Öyküler zamanla uzadı, forma artırıldı ve basıldı.”
Semih Gümüş’ün yazarın ilk üç kitabı olan Parasız Yatılı, Kuşatma ve Benim Sinemalarım’ın hepsinin aynı düzeyde iyi olmasının şaşırtıcı olduğundan bahsetmesi üzerine Füruzan: “Ben edebiyat dünyasına dışarıdan geldim. Edebiyatçı ahbap ya da tanıdığım yoktu. Gözümde çok büyüttüm. Küçüklüğümden beri okumayı çok sevdim ve okuduğum her şey beni çok etkiledi. Kendi içimde yol alırken sanatın bütün disiplinlerinin içinde olmaya, onlara karışmaya çalıştım. 60’ların ortasına kadar kendimi ciddi bir yazar olarak görmedim. 68 olayları ile karşılaştığımda dünyam başka, genç bir dünyaydı. Şimdiki dünya çok ihtiyar, sadece parasını sayan bir dünya. Yazmaya karar verdiğimde elimde ne var diye düşünmeye başladım. En büyük öğretmenlerim, sanatçılar oldu. Onlar bana estetik bir düzey oluşturdular. Ben yazdıklarımı kimseye okumam ve okutmam; direkt yayınlarım. Bu bir kibir değil. Her kitabım sadece benim onayımdan çıkıp yayımlanıyor. Kimseyle ahbaplık kurarak kendime ait bir şey yaptırmadım. Şu anda en çok onur duyduğum şeydir bu.”
Türkçeye bu kadar olumsuz yaklaşılmasını anlamıyorum
Semih Gümüş, Füruzan’ın öykülerini önemli yapan özelliklerinden birini sözcük zenginliği olarak göstererek, yazarın “Çocukluğumdan beri sözcük biriktiririm” ifadesine dikkat çekti ve ardından “Türkçe nasıl bir dil?” diye sordu.
Füruzan, dille olan ilişkinin aydınların büyük çabasına ve çalışkanlığına bağlı olduğuna dikkat çekti: “Türkçe müthiş bir edebiyat dili. Ben istediğim her şeyi anlatabildim. Dille olan ilişki, aydınların çaba ve çalışkanlıklarına bağlıdır. Bir yazara ‘sizi çevirirken zorlanıyorum’ diyorlarsa bu dilinizin ne kadar yoğun olduğunu gösterir. Bir dille sanat yapılıyorsa o zaman o dilin yoksulluğu nasıl konuşulur? Yabancı dil öğrenmek çok önemlidir, fakat kendi dilini aşarak yabancı dille bir şeyler yapmaya çalışmamalı. Tüm dilleri seviyorum ama kendi dilimi çok seviyorum. Türkçenin bu kadar olumsuz tartışıldığı başka bir zaman hatırlamıyorum.”
Semih Gümüş‘ün Türkiye edebiyatından neleri okumamız gerektiğini sorması üzerine Füruzan, Sait Faik’in uçucu ve acılı dünyasını; Sabahattin Ali’yi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Refik Halit Karay’ı çok sevdiğini, Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eserini okuduğunda ise, her zaman çok etkilendiğini dile getirdi. Füruzan, söyleşi boyunca özellikle 19. yüzyıl Rus edebiyatına olan hayranlığını defalarca dile getirdi.
Kadın yazarlık varsa, erkek yazarlık da var
Söyleşinin devamında Ömer Türkeş, Füruzan’ın hikayeye geçişinde sinemaya olan ilgisinin etkili olduğunu ve senaryo yazdığını hatırlattı.
Türk sinemasının geldiği yerin iyi olduğunu söyleyen Füruzan, dünya sinemasının durumunu aynı şekilde görmediğini, sadece efektlerle dolu yapımlar olduğunu vurguladı. “Filme almak için neden Benim Sinemalarım’ı seçtiniz?” sorusunu ise durumları anlatmaya çalıştığını belirterek yanıtladı: “Ben olay anlatıcısı değilim, durumları anlatmaya çalışıyorum. Atıf Yılmaz’la konuştuğumda sinemanın bunlarla dolu olduğunu söylemişti. Hakikaten de öyle. Bunlar üçüncü sayfa kızları, ben de biliyorum. Sonra film bitti, para yetmedi. Dört senem boşa geçti, sadece filmle uğraştım ama sonra gördük ki film, onca diğer film arasından Cannes Film Festivali’ne seçildi. Şimdi yeniden bakınca eksikleri görüp üzülüyorum. Aslında hala yapmak istiyorum. Zengin köşkteki fakir kız. Ben bunlarla uğraşıyorum.”
Bir okurdan gelen, “Kendinizi kadın yazar olarak tanımlar mısınız?” sorusu üzerine Füruzan şu yanıtı verdi: “Bir kadının bakış açısının bir erkekten farklı olacağı muhakkak. Ancak ben kendime kadın yazar demem. Kadın yazarlık varsa erkek yazarlık da olmalı…”
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)