Son Dakika Haberler

Bir Yap-Boz Belleğidir Zaman

Bir Yap-Boz Belleğidir Zaman
Okunma : Yorum Yap

Bir yap-boz belleğidir zaman. 3 Şubat 1981, yani kırk yıl önce… Askeri cuntanın hüküm sürdüğü ülkemde siyasi şubeyle tanıştım. Avantajı var, küçük zurnayla büyük zurna arasındaki farkı öğrendim.

Bu da ne diyor demeyin!

El ayalarınızın sopayla, namı diğer haydarla şişirtilip morartılırken çıkardığınız ses küçük zurnadır, her keresinde geometrik olarak katlanan acısıyla ayaklarınıza vurulup patlatıldığında yani falakadayken çıkardığınız sesin adı da büyük zurnadır.

Elektrik verilmesi, askıya alınma, soğuk su banyosu falan da işkence menüsünün içinde mevcuttur. Dönemin meşhur şarkısından uyarlanmayla söylenen şu sözler hala hatırımdadır:

Bir falaka İki Falaka Üç falaka
Dört falaka On dört falaka
Bu ne biçim sorgulama
Memur bey, memur bey…

Her sabah, her sabah elindeki listeyle bir memur, günün mesaisini başlatırdı. Hücrelerimizde, işe çağırılmayı bekleyen inşaat ameleleri gibi, iş çıkacak mı çıkmayacak mı telaşında heyecanla adımızın okunmasını beklerdik.

Yevmiye ile çalışan işçilerin tersine bir beklentideydik, bugün adımızın okunmamasını dilerdik. Adınızın okunmaması, o gün şanslı olduğunuz anlamındaydı.

Ev külfetiniz yoktu günün nafakasını çıkartmanızı bekleyen, burada devasa bir devlet külfeti vardı, işkencede çektiğiniz acılarla beslenen…

Yırtıcı hayvan saldırısında ceylanın kalbi nasıl çalışırsa, liste sonlanıncaya kadar hepimizin kalbi öyle çalışırdı. Liste tamamlandığındaysa kalplerimiz farklılaşırdı. Adı okunmayanlarınki deli atışını bırakır, normalleşirdi. Yakalanan ceylanınkine benzerdi adı okunanların kalbi, yüksek atışından taviz vermezdi.

Kalp, bir olasılık uyaranıyla yükselttiği nabzını, yüzleştiği gerçeğin dümen suyuna ayarlamakta gecikmiyordu, onda, kansere dönüşmeyen hücrelerin davranışı vardı: kaideye uyup devam etmenin yolunu açmaktaydı. Ve onun seçimi, senin siyasi, ahlaki bakışını şeyine takmamaktaydı…

Hücrenin mazgalından açım yettiğince koridora bakıyorum; koridorda katarlar oluşturuluyor. Adı okunanlar, öndeki arkadaşının omuzuna uzatıyor ellerini. Her birinin gözleri bağlanıyor. Biliyorum, omuzla temas eden ellerin hissettirdiğini; atardamarlardaki kan basıncının şiddetini duyumsatıyor.

İçinden, niye bu kadar heyecanlandırdığına utandırıyor.

Ve ben, adım okunmayınca sönen heyecanımdan utanıyorum. Bazen artan heyecanına utanan ben, bazen sonlanan heyecanından utanan adı okunmayanlar.

Hafızada yer tutan anılar içerde köpüklü şaraba benzer, bellekte onun işçiliğiyle şişelenirler. Tadına varmak için şişeyi sallayarak açmamalısınız, şampanya patlatır gibi anılarınızı patlatırsınız. Diğerlerinin üstüne, başına, anılarına sıçrar, bulaşıcıdır; diğerleri de kendininkileri patlatmaya başlar. Şampanya kadehleri gibi anıları tokuşturmak içeride olanlar için iyi bir şey değildir.

Geçmiş zamana ait sohbetler sona erdiğinde, o uzunca sessiz geçen zaman zarfında, içerideki insan iyice içine kapanır. Zaman mekan kavramını unutup, hayal dünyasında anılarıyla oyalanır. Beyin denilen organ özü itibarıyla idare-i maslahatçıdır; (oportünist) gerçekle yüzleşmenin mutsuzluğunu dağıtmak için elinde avucunda ne varsa kullanır.

Çünkü onun sağlığı, mutlu olmaya ayarlıdır. Bu durunda, dizginleri beynin eline vermeyeceksin, alkol yerine koyup anılarından içmeyeceksin. İçerde uyuşmana izin vermeyeceksin, geçmişteki değil, gelecekteki dışarıyı düşüneceksin.

Gelelim, kırk yıl sonra dışarıda ne var ne yok muhabbetine!

Malum, bunalıma sürükleyici bir pahalılık var. Tanıdıklarım, milletin bu pahalılığa rağmen sesini çıkartmadığından dem vurup yakınıyor. “Bunu aynaya söyle…” Yüzüme öylece bakmanın ne anlamı var? Siz, kendinizi milletten saymıyor musunuz?

Bir zamdır iki zamdır üç zamdır
Dört zamdır on dört zamdır
Bana bir bade doldur
Bu bade yapma bade
Hazır bade kim bulmuş hadi de…

İrfan Kaban

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)