Aslında Hz. Hüseyin’in şehit edildiği Muharrem’in onuncu gününden beri kırk gün geçti. Şimdiye kadar ‘On Muharrem Matem Günü’ hatıralarımı yoğunluktan dolayı kaleme alamadım. Ancak Caferiler bugünü de, ‘Erbain’. yani Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinin kırkıncı günü diye değerlendiriyorlar. Ve ben de hatıralarımı sizlerle ancak paylaşabiliyorum.
Muharrem Ayı tarihte bizim için iki olaya tanıklık etmiştir. Bunlardan ilki Nuh Tufanı’nın kaynaklarda yer alan bilgilere göre Muharrem’in onuncu gününde sona ermesidir. Bu sebeple Muharremin onuncu gününe ,‘Aşure Günü’ denir. Her yıl bu günde tarihi yaşamaktan öte aslında yeni bir yıla ulaşmaktan dolayı yaratıcıya olan şükür dile getirilir. Tarih’te Muharrem Ayı’nda yaşanmış olan diğer olay ise; peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in Muharrem Ayı’nın onuncu gününde huharca şehit edilmesidir. Bunun için Muharrem Ayı’nın onuncu günü matem günüdür. ‘Kerbela Faciası’ diye de bildiğimiz bu olayın acısı sanki on beş asır önce değil de şimdi yaşanmış gibi her geçen gün belleklerde tazeleniyor.
Bazı adetlerim var ki ben bunlardan bir türlü vazgeçemiyorum. Dikkati calip olayların olduğu yerlerde bulunmak, gözlem yapmak ve yeni şeyler öğrenmek isterim. İşte bunlardan biri de, yıllardır düşünmeme rağmen bir türlü gidemediğim Caferilerin Muharrem Ayında yaptıkları matem günlerindeki programa katılmaktı. Şimdiye kadar Caferilerin Halkalı İmam Hüseyin meydanında yaşadıkları matemlerini hep televizyondan seyretmiştim. Bu dileğimi bu yıl gerçekleştirebildim ve Halkalı’ daki bu matem gününe gitmeye karar verdim. Aslında aynı gün Eskişehir’de İlmar 84’den Necati Erdoğan Abi’mizin kızının düğünü vardı. Çok severim kendisini, Eskişehir’i de görmek istiyordum. Ancak daha önceden Vehbi Koç Vakfı Lisesi’nde beraber de çalıştığım değerli Fizik Öğretmeni arkadaşım Mustafa Yetiş Bey’le Halkalı’ ya gitmeye karar vermiştik. Mustafa Bey’le Sarıyer’de buluşarak sabahleyin erken saatte Sefaköy güzergahından Caferilerin ağırlıkta yaşadıkları Halkalı’ ya ulaştık. Caferilerin önceki yıllarda matem gününde programlarını gerçekleştirdikleri alana şimdi Yahya Kemal Kültür Merkezi inşa edilmiş ve artık programlar orada icra ediliyor. Biz öncelikle yeni inşa edilen Zeynebiye Camii’ne doğru gittik. Çünkü burası; Caferilerin toplanma merkezi ve kültür merkezinden bir kilometre mesafede, çok yönlü olarak inşa ediliyor ve cami de buranın içerisinde bir bölümü kapsıyor. Zeynebiye Camii Kültür Merkezi’ne ulaştığımızda, herkesin daha sabahın erken saatlerinde burada toplanmış olduğunu gördük. Adeta insan seline dönen gurupların, ellerinde, Hz. Hüseyin ve Hz. Zeynep başta olmak üzere Ehl-i Beyit’ten ileri gelenlerin isimlerinin yazılı olduğu flamalar ve özel giysiler vardı. Caferiler bu halde, adeta insan seli şeklinde programın gerçekleştirileceği Yahya Kemal Kültür Merkezi’ne akın ediyorlardı. Küçük çocuklardan, kadınlı erkekli yaşlılara varıncaya kadar her yaş gurubundan katılım vardı ve her bölüğün başında da komut veren görevliler bulunuyordu. Biz, hemen ilginç görüntüler almaya başladık. Yahya Kemal Kültür Merkezine geldiğimizde, üst düzeyde alınmış olan güvenlikten geçtik. Bir de ne görelim, salonda program ilan edildiği gibi tam zamanında yani sabah saat onda başlamıştı. On bin kişilik salon dolmuş ve bir o kadar da kalabalık salon dışında idi. Ve biz ise, fotoğraf çekme, ilginç görüntüler alabilme uğruna dışarıda kalmıştık. Salona giremeyenlere içerideki program dev ekrana yansıtılarak sunuluyordu. Mustafa Yetiş Bey, ‘buraya kadar geldik, programı dışarıda mı seyredeceğiz?’ dedi. Ben de, hemen izdihamın olduğu ve kimsenin alınmadığı kapıya yöneldim, kalabalığı yararak görevlilerin yanına güç bela ulaştım. Kendilerine, ilahiyatçı olduğumu ve programa mutlaka girmem gerektiğini söyledim. Eksik olmasınlar, on binler dışarıda beklerken bizi içeri aldılar. İçeri girince bu sefer de oradaki görevliler engel koymak isterken onlara da aynı durumu izah ettim ve salona girerek uygun bir yerde oturduk. Bu sırada kendisine selam da getirdiğimiz Caferilerin Lideri Selahattin Özgündüz Hoca konuşuyordu. Uzunca bir konuşma yaptı ve dinledik kendisini. Sonra da protokol konuşmaları yapıldı ve özetle, ‘Hz. Hüseyin, ayrıştırıcı değil, birleştirici idi, Kerbela olayını da ayrıştırmaya yönelik değil, bu acı olaydan ders çıkararak geleceğe yönelik birlik ve beraberliğe götürecek hale dönüştürmeli’ dendi. Sonra da ağıt içerikli kasideler okundu. Bu sırada Cem TV başta olmak üzere bazı televizyonlar da programı canlı yayınlıyordu. Konuşmalar tamamlanınca Kerbela Olayı bir tiyatro ile canlandırıldı. Mustafa Yetiş Bey’in dediği gibi, ‘bu tiyatro gösterisinin, bir sanat yönetmeni şefliğinde yapılması; daha doğru olur’du. Tiyatro gösterisinde her iki taraftan yani Yezid ve Hz. Hüseyin taraftarlarından öne atılan birer kişinin düello tarzında vuruşmaları, o dönemin savaş usulünün canlandırılması açısından doğru idi. Bir de Yezid’ in öldüğü haberi gelince Kabe’nin yanında kadınlı erkekli herkesin şükür secdesi etmesinin canlandırılma sahnesi ilginçti. Ayrıca, Yezid’ in Hacca-ı Zalim’e Kabe’yi mancınıkla ordusuna taşlatma ve Kabe’nin tahrip edilme sahnesi de vardı. Bunların dışında, ‘Yezid’ in müşrik olduğu’ canlandırıldı ki bu; Hz. Hüseyin’i şehit etmesi zalimliği dışında doğru değil. Hz. Hüseyin’in şehit edildiği anlatıldığı sırada ve sahnelenirken göz yaşı döken Caferilerin, anında yaşları kuruyarak hemen kendilerine gelmeleri de çok ilginç. Her ne ise; program bitti ve salondan çıktık. Kalabalık, salona hareket ettikleri Zeynebiye Camii’ne doğru yol aldılar. Çünkü programın başlangıç noktası gibi bitiş yeri de; Zeynebi’ ye Camii Kültür Merkezi idi. Kortej cadde boyunca ilerledi ve biz de onlarla beraber yürüdük. Yüz metre aralıklarla kurulmuş istasyonlarda pilav, ayran, çay ve şerbet ikramı yapıldı. Çünkü Caferiler Muharrem orucu tutmuyorlar. Mahalledeki Caferi olmayan esnafın da ikramda bulunanlara katkı sağladıklarını gördük. Bu arada ben pilav ve ayran ikramını aldım, şerbeti ise gül suyu katıldığı için almadım. Çünkü gül suyunu sevmem. Sonra da, ‘Aşure yok mu?’ diye sorarak hata ettim. Görevliler bana, ‘bugün matem günündeyiz’ diye cevap verdiler. Hemen kendime geldim ve matemi görmek ve gözlem için geldik, biz Caferi değiliz dedik. Zaten herkesin siyah giyindiği bu günde ben mavi giyinerek sırıtmıştım. Mustafa Yetiş’ in elbise rengi ise; biraz uyuşur gibi idi. Bu sırada sohbet ettiğimiz Caferiler de bizi çok olumlu karşıladılar. Öncelikle tesettürlü olan hanımlardan dolayı tepki verileceğinden görüntü almaktan endişe duymuştuk. Biraz gözlem yaptıktan kısa bir süre sonra ise bunu sorun etmeyeceklerini sezdik ve bize ilginç gelen resimleri rahatlıkla aldık. Anma programı içerisinde, ‘gençlerin sırtlarına zincirlerle vurdukları görüntüler’ de artık yok. Yani bu sahnelerden vazgeçilmiş. Bu anlamda sadece bir bölük genç kızın, elleri zincirlerle birbirlerine bağlı olarak yürüdüklerini görebildik. Hatta; ‘Ya Hüseyin, Ya Hüseyin..’ diye Hz. Hüseyin’in ismini anarlarken genç kızların ellerini zincirle bağlı olarak kaldırdıkları görülebiliyor. ‘Zincirle sırta vurma ve elleri zincirle bağlama’nın anlamı da; sanıldığı gibi, ‘Hz. Hüseyin’in şehit edilirken çektiği acıya ortak olma ve bunu kendi vücudunda hissetme’ değil. Bunun doğru anlamı ise, öğrendiğimize göre şudur; Hz. Hüseyin Kerbela’ ya giderken yanında büyük bir kalabalık vardı, taraftarlarına, ‘bakınız, benimle gelmenin faturası ağır olabilir, bunun sonunda ölüm de var, ona göre gelin’ demiş ve bu açıklama üzerine bir çok kişi de Hz. Hüseyin’in yanından ayrılarak geride kalmış ve Hz. Kerbela’ ya Hz. Hüseyin’in kendisi ile beraber sadece yetmiş iki kişi gitmiş. Sonra Hz. Hüseyin ve yanındaki yetmiş iki kişinin şehit olduğu haberi gelince de geride kalanlar, ‘neden geride kaldık ve Kerbela’ da Hz. Hüseyin’i yalnız bıraktık?’ diyerek pişman olduklarını sırt ve başlarına vurarak göstermişler. İşte matem gününde hem o an canlandırılıyor ve hem de kendi üzüntüleri dile getiriliyor. Burada bir konuyu daha dile getireceğim. Ancak öncelikle şunu söyleyeyim. Hz. Hüseyin şehid edildi hem de acımasızca. Diyelim ki Hz. Hüseyin’in hatırı yoktu. Peygamberimizin de mi hatırı yoktu? Hz. Hüseyin; peygamberimizin, ‘göz bebeklerim, cennetin iki gülü’ dediği Hz. Hasan’la beraber diğer torunu. Buna amenna ancak; her yıl bu faciayı dünyaya ilan ederek neyi kazanıyoruz? Bunu anlamıyorum. Sanki müslüman olmayan dünyaya, ‘bakın kardeşim beni geçmişte katletmişti’ mi demek istiyoruz. Bu dünya, ‘Müslümanlar ayrışıyorlar’ diye seviniyor gibi geliyor bana. Oysa bu durum bizim için; tarihte yaşanılan bu talihsiz ve acı olaydan ders alıp, geleceğe yönelik aynı yanlışların yapılmaması için ayrışmaya değil, kaynaşmaya, bir ve beraber olmaya yönelik olarak bir ibret olmalı. O yöne doğru da çok olumlu bir gidişatın olduğunu da gözlemledik doğrusu. Çünkü bu yönde çok güzel görüntüler vardı. Biz çok haz aldık bu matem gününde bulunmaktan. Yeni şeyler öğrendik. Ve müsait olursam seneye de gitmeyi düşünüyorum. Teşekkürler tüm Caferi kardeşlerimize. Biz de Hz. Hüseyin’in şehit edilişinden büyük bir üzüntü duyuyoruz. O’nun Hz. Peygamber’in buyurduğu gibi; ‘Cennetin güllerinden olduğuna’ inanıyor ve Cennette ona komşu olmayı umuyoruz..
Dr.Ahmet BEKAROĞLU
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)