Koray Sarıdoğan yeni kitabı ‘Yeraltı Kütüphanesi 90’lar Türkiye’sinde Altkültür: Rock, Dergi, Fanzin, Edebiyat’ ile 80’lerden günümüze memleketteki rock müzik altkültürünün izlerini sürüyor. Kitabı elimize, Sarıdoğan’ı karşımıza aldık ve sohbete oturduk.
90’larda altkültür ve üstkültürün çatıştığı noktalar neler?
Rock altkültürünün, müziğiyle, yaşam tarzıyla, giyim kuşamı ve kendi medyasıyla filizlendiği dönem 90’lardan önce, 80’lere dayanıyor. 12 Eylül darbesinin kuşaklar arasına attığı makas, bir koldan arabeskin, bir koldan pop müziğin dayatılması ve medyanın da magazin sosuna bandırılmasını dönem üstkültürünün bacakları olarak sayabiliriz.
Rock kültürü işte tüm bu hengâmeden memnun olmayan, bu enstrümanların hiçbirini kendine yakın bulmayan kuşağın kendini ifade aracı olarak çıkıyor karşımıza ve bir süre sonra yalnızca bir müzik zevki olmaktan, hatta rock’tan da çıkıp yayıncılığa, edebiyata sirayet ediyor.
Bu çerçevede 2000 sonrasında ve bugün halen şikâyetçi olduğumuz ne varsa, işte o altkültür aslında onlarla çatışıyor. Sadece eğlenmeye, tüketime dayalı bir hayat, amaçsız bir yaşam, sürekli borçlanmaya ve tekdüze yaşamaya zorlayan sistem… Tek fark şu: O zaman küçük bir kitlenin basit muhalefeti gibi görünen eleştirilerinden bugün aklı başında olan herkes mustarip. Yani aslında bu memleketin kafası çalışan, okuyan, üreten çocuklarının, olacakları önceden kestirdiği ama yine sevilmediği ve anlaşılmadığı bir durumla karşı karşıyayız. Zira 90’lar, 2000’lerin dizaynından ve bu dizayn sürerken kitlelere “Siz de şurada kupon toplayıp magazin izleyin” denilen bir geçiş döneminden ibaret.
90’ların rocker çocukları için Akmar Pasajı’nın önemi nedir?
Bugün Facebook’un, Twitter’ın önemi neyse o; tabii ki doğal, organik ve samimi hali. Pasajlar bir yandan kasetlere, tişörtlere, dergi ve fanzinlere ulaşma adresiyken bir yandan bu yaşam tarzına gönül verenlerin merkez üssü haline geliyor. Cep telefonunun, internetin olmadığı bir dönemde buradaki dergiler, fanzinler haber alma aracı, pasajlar da sosyalleşilen, kalabalıklaşılan, müzik gruplarının kurulduğu veya dostlukların, ilişkilerin filizlendiği ortamlar olma işlevini görüyor. Sadece rocker’larla sınırlamak da pek gerçekçi olmayabilir bu arada.
Barış Manço ve Cem Karaca gibi isimlerin kitaplarında yer alan Fetullah Gülen detaylarından bahsetmişsiniz. Başınıza bir iş açılmasın diye otosansür uyguladığınız oldu mu?
Hayır, böyle bir kaygım olsaydı zaten kitabın adını ‘Türkiye’nin Altın Çağı Doksanlar’ yapar, kapağa birkaç popçu, arabeskçi, Yeşilçam oyuncusu koyardım sanırım ve kuşkusuz daha çok satmasının önünü açardım. Oysa ben bu nostalji illüzyonunu bozacak sorgulamaları yapabilmek, 90’ları sadece iyi yanlarıyla değil karanlık yanlarıyla da anlatmak ve bugüne nerelerden geldiğimizi incelemek istedim.
Dolayısıyla bir otosansür yok ama konu bütünlüğünü dağıtmamak için başka kitaplara veya yazılara ayırdığım konu başlıkları mevcut tabii.
ŞEYTAN AZAPTA
İşlek caddelerde, merkez noktalarda sadece dış görünümüne bakarak ‘satanist’ avına çıkan polisler, sonunda işin çapını daha da büyüterek Akmar Pasajı’ndaki dükkânlara baskın düzenledi. Bugün Güven Erkin Erkal aracılığıyla ulaştığımız bu olayın görüntülerine, polislerin metal fanzinlerini, tişörtlerini delil olarak saymalarına, muhabirlerin takı ve aksesuarları ‘ayin malzemesi’ olarak göstermelerine bir hayli gülüyoruz.
KEMANCI BAŞIMIN TACI
küçük İskender’i ilk bakışta rock müzikle ilişkilendirmek zor olabilir belki. Ama 80’lerde hareketlenmeye başlayan bu kültürel ve sosyal cemiyetin bir araya geldiği mekânları rock müzik biçimlendiriyor. Kemancı örneği en belirginidir sözgelimi: Önce müşterilerin ricasıyla tek tük rock parçalarının çalındığı mekân, bu müziğe duyulan ilgiyle gitgide bir rock bar oluyor ama buraya sadece rockçılar gelmiyor. Sanatçısı, entelektüeli, yazarı, gazetecisi, şairi, öğrencisi buluşuyor burada. küçük İskender örneğinde olduğu gibi edebiyat cephesini tutanlar işte bu ortamlarda ortaya çıkıyor.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)